* İlla ölmem gerekiyorsa sen yaşamalısın*
Gözlerimi odamın tavanına açtığımda büyük bir baş ağrısıyla karşı karşıyaydım. Artık alışmış olarak kabul ediyordum kendimi. Dün akşamdan kalmış halim ruhumu da bedenimi de yormuştu.
Aslında kahvaltı için çok erken olmasa da yatağımdan çıkmak dahil istemiyordum.
Ayağa kalktığımda baş ağrısıyla mücadele etmeye devam ediyordum. Hızlıca elime aldığım bir kıyafeti üstüme giyip aşağıya indim.
Kimsenin yüzüne dahil bakmadan masaya oturduğumda bu dönemin beni içine çektiğini fark ettim. Her sabah uyandığımda yine aynı şeyi yapıyor ve savaşı bekliyordum. Buna hazır olduğumuza emindim. Ungol'un gözü sanırım biraz korkmuş olsa ki mektuba bir cevap yazmadı. Wolf bu sefer Lyra ile otururken ben bu düşünceler arasında kayboluyordum.
Sonumuzun bu gidişle ne olacağı belli değildi. Ölecek miydik? Kalacak mıydı? Bunlardan hiç biri belli değildi. Başımıza iş açmadığımız gün yoktu. Tabi bu günde öyle olmasa belki olurdu.
Bu düşünce negatif ortaya çıkmış ve aynı şekilde de sonuç vermişti. Bir türlü düzgün kahvaltı yapamıyorduk. Ciddiyim. Üzerimize bir negatif enerji çeken bir olay vardı. Ama ne olduğu belli bile değildi...
Kahvaltıya devam ederken büyük bir gürültü ile irkildiğimde yemek odasının önünde bulunan cam tek bir hamlede kırılmıştı. O anki korku ile masanın alt tarafına doğru eğilmiştim. Ayağa kalkıp ne olduğunu anlayacakken karşı tarafta bulunan biri aynı şekilde kırık cama doğru iki ya da üç el ateş attı. Hızla merdivenlere doğru ilerlediğimde büyük günün geldiği çoktan anlamıştım.
Tabi bunun için odamdaki kılıç, ok ve silahlarım alalıydım. Hızla yukarı doğru çıktığımda dışarıdan gelen halkın bağrış sesleri onlarında savaş alanına doğru ilerliyor olduğunu kanıtlıyordu. Odama hızla girip bütün eşyalarımı aldığımda Ln Ars yanıma gelmiş ve benden herhangi bir eşyayı vermemi bekliyordu. Ona verdiğim kılıç ile Wolf'a doğru seslendim.
" Kalkanlarınızı unutmayın dikkatli olun!"
Uyarı ve hatırlatmanın ardından kırılan cam kenarına doğru geçtiğimde elimdeki ok ile atışımı yapacaktım.
Tam o sırada aşağı taraftan bana yaklaşmakta olan Ungol'un sesi ile işaret parmağımı okun çentiğinin üstüne koydum. Orta ve yüzük parmağımı bu çentiğin altına koyup diğer ayarlamaları yaptım. Ardından yavaşça kirişi çekip atışa hazırlandım. Nişanı aldığımda tanıdık gelen ve alaycı bir sesle yanıma yaklaşan Ungol'a doğru oku çevirdim. Olduğu yerde kalmadı. Yanma gelmeye devam ederken o da elindeki silah bana doğrultmuş bir vaziyetteydi.
Savaşın ortasında bana alaycı bir tavır ile bir şeyler anlatmaya başlarken o silahın tetiğine basmadan ben ondan önce davranmış alnının ortasına kirişini çektiğim okun yay bölümünü serbest bıraktım. Ve tam on ikiden vurdum. Evet, karşımda berbat bir görüntüsü vardı. Runha'yı direkten itince bedeni ikiye ayrılmıştı. Şimdide babasının kafası....
Ama attığım ok kafasını delip geçse de bana ateş etmeye devam ediyordu. Kolonlardan birinin arasına geçtiğimde ona art arda üç kez ok fırlattığımda yanımda başka okumun kalmadığını fark ettim.
Maalesef ölmüyordu. Bu lanet adam ölmüyordu. Silahımın bulunduğu yer onun arkasında kalıyordu ve ben onun önündeydim. Vücudu artık deliklerle dolmuş olsa da bana hakaret ederek ateş açmaya devam ediyordu. İşte şimdi işim bitmişti.
Yapacak başka hiçbir şey yoktu. Kenara sıkışmıştım. Kolon hafif beni korusa da kurşunlar beni sıyırarak duvara giriyordu. Ungol daha bana yaklaştığında her şeyin bittiğini anlamıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yansıma
FantasyHer krallıktan on öğrenci diğer krallıklarda eğitilmek için dağıtılır. Fakat halk buna karşı çıkar. Krallıklara gönderilen öğrencileri istemezler. Ana karakterlerimiz kendilerini bir izdiham ve kan göllerinin ortasında bulurlar. Buna bir çözüm bulm...