18.

118 8 13
                                    

Keyifli Okumalar♡

İnsanın içinde her zaman bir çocuk olurdu. Onu yaşattığı sürece ayakta kalırdı bence insan. Çünkü çocuk demek 'saflık' demekti. Çocuk yaşıyorsa sende yaşardın. Emindim ki herkesin içinde yaşayan küçük bir çocuk vardı, yere çizilmiş sekseği görünce gözleri bir yerde taş arayan; mahalleden geçerken önüne kaçan topa vurma isteği ile dolan bir yanı vardı herkesin.

Benim, benim içimde ki çocuk duvarlarının arkasına saklanmıştı. Çünkü korkmuştum, ya ölürse? Ya giderse ve ben ölürsem?
Duvarın arkasından usul usul başını çıkartır ara sıra bakardı kirli dünyaya, sonra tekrar dönerdi duvarlarının arkasına. Biliyordum üşüyordu, bir yerlerde biraz bir şeylerin eksikliğinin acısının sancıları vardı.

Her şey ama her şey halloluyordu. Ama aile sevgisinden eksik kalınca yerini hiçbir şey doldurmuyordu.

Elimde ki anahtar yerle buluşurken diğer elimde ki telefonu sıktım. Kaçıncı yaşım kapının önünde duruyordu bilmiyorum ama ben o yaşlarımdan nefret etmek zorunda kalmıştım.
"Ne işin var burada?" Aklıma gelen şeyle hızlıca telefonumun kilidini açtım. Bu kadar, bu kadar ileri gideceğini düşünmemiştim.

"Kızım dur arama kimseyi-" hızlıca sözünü kestim.

"Kızım deme bana! Kızım falan deme bana!" Apartmanın içinde avazım çıktığı kadar bağırırken arama kayıtların da ilk başta olan kişinin ismini tıkladım. İlk çalıştı açılırken zangır zangır titreyen dizlerimi durdurmaya çalışıyordum.

"Söyle güzel bebeğim." Dedi neşeli sesi. Yutkundum ve dolu gözlerle beni izleyen kadına baktım.
"Mert, annem burada. Ekiple gelir misin çabuk." Sesim sakin çıksa da titremesini engelleyemiyordum. Gözünden yaşlar yanaklarına akarken iğrenerek baktım ona. Telefonda gürültülü bir hareketlilik oldu. "Ne? Tamam Ceylin hemen geliyoruz, yanındayız hemen." Telefonu kapattım ve yanıma indirdim elimi.

"Nerden çıkacak Faik? Ya da babam?" Dedim alayla. Soğuk merdivene otururken sırtımı duvara yasladım. Hıçkırıkları kulağıma ulaşırken sinirle yumruğumu mermere vurdum.
"Niye ağlıyorsun söylesene!" Vurduğum elim sızım sızım sızlarken acıdan mı bilmiyorum ama bende ağlamaya başlamıştım.

"Ceylin özür dilerim. Ben...ben çok pişmanım." Kendimi tutamayarak kahkaha attım. Pişman olmak...tuhaf iki kelime. Düzeliyor muydu pişman olunca. Bütün acılarını senden alıyor muydu, yapılanlar geri alınıyor muydu? Kaymış baş örtüsünü önüne çekti ve elinin tersi ile yüzünü sildi. İkimiz de hıçkırıklarımızı tutmakla uğraşmadan ağlıyorduk, yılların yüzleşmesi vardı karşımda.

Ne telafi edilebilirdi şimdi ne de affedilebilirdi.

"Sen pişman olsan ne olur anne, beni öldürdüler sonra da hiçbir şey olmamış gibi tekrar ayağa kaldırdılar." Anne demek dudaklarımda yabancı duruyordu. Bu hayatta en zor şeylerden birisi anne olmaktı, ya hakkı ile taşırdın ya da bir ömür üzerinde eğreti dururdu. Ve bir ömür yara yapardın doğurduğuna. Yirmi iki yaşındaydım, bir kere olsun annemin dizlerine kafamı koyamamıştım. Hayat bana bunu çok görmüştü, saçlarım bir kere olsun annemin ellerine çekilmek için değilde sevilmek için gitmemişti.

Bir ömür hatırda kalınanlar ne olacaktı anne?

"Geç anladım Ceylin...Yemin ederim geç anladım. Öl de öleyim ama affet beni." Önünde bağladığı ellerini çözdü ve bana doğru bir adım attı. Elimi havaya kaldırdım durması için. "Yaklaşma bile bana." Yedi yaşımdaydım, çok hastaydım. Gecenin yarısı kusmaktan halim kalmazken odasına usulca adımladığım da o da bana böyle demişti. Yaklaşma bile bana. Ben hiç yaklaşamamıştım ki zaten sana.

DEPRESİF / YARI TEXTING Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin