14

6 2 40
                                    

Ben 15 yaşında ki iklim. Küçük bir kasabada yaşayan küçük kız çocuğuyum. Babam bu kasabanın tek şifacısı, annem is ev yemekleri yapan bir lokantaya sahip. Anlıyıcağınız bu kasabayı yürüten benim annem ve babam. Onlar olmasa yaralarını saracak bir doktor, karınlarını doyurcak bir aşçı ları olmazdı.

Bir gün kalbiki sızlatan bir şey oldu. Bugün bir şey olucakdı ve bu beni çok üzücekti emindim. Kalbim hiç bu kadar acı ve hızlı atmamıştı. Tatil için girdiğimiz yoldan bir daha çıkamadık. Trafik kazası oldu ve arabamız yokuş aşağıya indi.

Ben, annem, babam ve üvey kardeşim... Onlarla aynı arabadaydım, aynı yokuştan düştüm, aynı yerde oturdum, aynı şekilde yaralarım oldu... Tek fark ise benim yaşayabilmem oldu.

Yaşadım ama yaşamamayı dilerdim çünkü bu kaza bana hayatımı vermek yerine hayatımı en acı şekilde aldı...

Bir hastalığa yakalandım. Bu hastalık beni ne yaşattı, ne de ölmeme yardımcı oldu. Ben dindiren tek şey kendi kafamda kurmuş olduğum dunyamdı. Kendi karakterlerimi kurar, onlara isim, soyisim ve bir karaktere gereken tüm hisleri yazardım. Sonra ise onları canlandırırdım. Baş kahrami ise sanki benmişim gibi hayallerimi ona sunar ve gerçekleştirirdim.

Ben mutlu eden dünya yanlız olanından, hayallerin asla gerçekleşmeyeninden değildi, beni mutlu eden dünya kendi kurmuş olduğum, belki bir deftere yazmış olsam da düşüncelerim ile yasatabildigim dunyamdı. Hayaller ve umutların asla yok olmadığı...

🗽

Silahı doğanın yerde, cansız olan bedeninin yanına koydum. Bir pislikten daha kurtulmuş oldum. Arabama bindim ve evime vardım. Güzelce duş aldım, kanlardan arındım.

Daha rahat kıyafetler giydim ve sürekli izleyip sinirlendiğim o görüntüleri tekrardan izledim.

🗽

Kamera kayıtlarını çok dikkatli bir şekilde izliyordum. Çünkü bu önemli bir işti, ufak bir kazaya gelmezdi. Yeşim beni revire götürürken bileğinde o vardı... Yarım yonca şeklindeki bileklik. Ama emin değildim çünkü aynı bileklik doğanda da vardı.

Beni revire götürdüğünden beri ordan hiç çıkmamıştı. Eylül gayet normal bir şekilde devire girdi ama çıkışı, girişinden bin kat farklıydı. Soluk soluğa, sanki bir ejdarha görmüş gibiydi. Duvarlara tutunarak çıkıyor, gözlerinden yaşlar akıyordu. Korkuyordu...

Fakat Yeşim o revirden hiç çıkmadı. Bu konuyu Eylül ile konuşmak için yanına gittim. Kısa süreli konuşma da edindiğim bilgiler net olmasa da bana gerekli cevabı vermişti.

Eylül'ün anlatımına göre Yeşim onu çağırdığında bir şaka yapmış. 'dusunsene sevgili arkadaşımız Peline bu zehiri versem ne olurdu?' diye bir soru sormuş. Eylül ise başını sallayıp onu reddetmiş. Yeşim de şaka yaptığını, o zehir diye gosterdigi şeyin şifa olduğunu söylemiş. Ama bilirsiniz ki gözler yalan söylemez. Onun çok korkutucu durduğunu, bir an için içinden cidden zehirlemek geçtiğini düşündüğünü söyledi. Ki bence de öyleydi.

Bunu anlamamak için gerizekalı olmam gerekti. Yıllarcs gözümün önündeydi asıl katil, ne demişler sana düşman olan değildir katilin, sana en yakın davranandır. Yeşim, sen bittin...

🗽

Katilimin yeşim olması beni derinden etkiledi. Bu hikayede hiç bir rolü yoktu. Sadece büyüdüğünde doktor olmak isteyen fakat hayallerini gerçekleştiremeyen bir insandı benim için. Belli ki hikayenin başrolüydü. Ama üzgünüm Yeşim. Asıl başrol Pelin Zümrüt olunca, yönetmen bile olsan gözler onun üzerinde olur.

İNTİKAMIM ÖLÜMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin