8❇️Kibir, Gurur ve Acı

25 4 39
                                    


Lisheyliler öfkeden köpürüyordu. Kızmalarına şaşırmadım, bana kızmalarına şaşırdım. Ben ne yapmıştım ki! Benim söz hakkımı yok sayıp adıma karar veren onlardı, bana hakaretlerini savuran da Prens Fenric idi. Doğuştan sahip olduğu unvan ona istediği gibi ağzını açma hakkı tanıyorken karşılık verdim diye kötü olan, hakkı yenilen bendim.

"Özür dileyeceksin!" İla, bunu kaçıncı kez tekrar ediyordu sayamamıştım artık.

Başlarına gelebilecek en kötüsünü yapmışım gibi bir abartıyla "Hakaret ettiğin kişi Kraliçe!" diye bağırdı Lenti.

Gülümsedim. "Bana kimseyi öldüremezsin dediniz. Kimseye sövemezsiniz demediniz."

Lenti ve İla bana ya da sarayın ihtişamlı duvarlarından birine vurmamak için kendilerini tuttu. Dişlerini ve yumrukların sıkıyor, öldürücü bakışlar atıyorlardı. Fırtına gelince saraya sığınmıştık. Durum değerlendirmesi yapmak için koridorun bir köşesine sıkıştırmışlardı beni.

"Önce o bana hakaret etti. Ayrıca ben köle olarak işaretlenmeyeceğim." Sesimde ciddi bir öfke vardı. "O anlaşmalar ve ödemeler beni ilgilendirmez. Beni işaretleyemezler."

Ödemeler, hala aklım almıyordu, benim için bir kraliyet ailesi servet dökmüştü. Prens ne kadar ucuz dese de bana sahip olmak için ödeme yapmaya hazır olduklarını anladığı anda alabileceğinin en fazlasını istediğinden emindim. Sonuçta savaş sonrasında halk ve saray zor duruma düşmüştü. Bana ulaşmak için üç iyi adamını gönderen krallığın toprakları verimli olarak bilindiğine göre belki ödeme parayla değil, tarım ürünleri ile gerçeklemişti.

"Sana ne isterlerse yapabilirler." diye cevap verdi Lenti. Tutumu karşısında daha inatçı bir hal aldığımı görünce sakinleşerek "Hayatta olmanın tek sebebi biziz ve sen işimizi zorlaştırmaktan başka bir şey yapmıyorsun." dedi. Kulağa yalvarma gibi geliyordu. Ne olur artık uslu dur, Tanrıça ve kutsal olan ne varsa onun rızası için.

Dudağımı dişledim. Durduk yere sorun çıkarmışım gibi davranmaları her geçen saniye daha çok kızmama neden oluyordu. Kendimi anlatamıyordum sanırım. Daha açık olmam gerekiyordu. "Ben köle olmayacağım." dedim her kelimenin üzerine basarak.

Erash ellerini açtı. "Bu nereden çıktı?"

"Prens söyledi."

"Revnalin. Böyle bir şey yok." Eğer olursa da buna izin vermeyecek, arkamda duracak gibi bir tonla söylemişti bunu. Amber rengi gözlerinde iç ısıtıcı bir anlayış vardı. Ancak tatlı cazibesine ve iki güzel ifadeye kanıp kendimden ödün verecek değildim.

"Sizin ülkenizde yok. Burada insanlara ve hayvanlara para ödenirse işaretlenirler. Size söylememişler belli ki."

"Konuşuruz, hallederiz." dedi Erash uzlaşması sesiyle. Prens ile birbirimize ettiğimiz laflardan sonra ilk kez bana ricada bulundu. "Ama sen de özür dileyeceksin."

"Haklı olduğum bir konuda mı? Asla."

Kaşlarım havaya kalktı ve yüzümde 'asla' derken acayip bir kibir belirdi. Öyle olduğunu biliyordum çünkü babam bu hareketime sinir olurdu; beni defalarca zekamı kullanmamın kibirden daha çok işe yarayacağı konusunda uyarmıştı. Bunun farkındaydım, haklıydı ama şunu unutuyordu: Vahşi tarafımı uysallaştırmaya ve zekamı rol yapmak için kullanmaya değecek ne önemli bir kimse ne de bir durum vardı. Şimdilik...

Erash, beni ikna etmek için çaba harcamadı, bana değil diğerlerine baktı. "Prensin ya da Nelly'nin burnunun dikine gitmesi. İkisi de bizim sorunumuz değil. Bırakalım Nevyahlılar bu işi aralarında halletsinler."

Revnalin; Baharın TohumuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin