1 ❇️ Son

143 18 242
                                    


Son, sonları severim.

Kulaktan kulağa yayılan, ateş başlarında anlatılan, annelerin çocuklarını uyuturken dudaklardan dökülen yüzlerce hikayenin başlangıçları değil hep sonları kalır aklımda. Anılarından bahseden insanların sözlerine kulak vermek yerine hayatlarının nasıl son bulacağını düşünürüm, dediğim gibi sonları severim. En çok da benim başıma gelmeyeceğini bildiğim için.

Yani öyle sanıyordum, benim sonum olmaz. Ne kadar da cüretkâr bir varsayım. Yaşamak için verdiğim, ailemin verdiği bunca emekten sonra, yapılan fedakarlıklardan ve kirlenen saçlarımdan sonra ben sonsuza kadar yaşama lütfuna ulaşırım sanmıştım ancak şimdi anlıyorum ki bunlar ancak çocukların ve aptalların inanacağı türden düşüncelermiş.

Henüz vakti olmasına rağmen yargıdan kesin çıkacak idam kararı için demir parmaklıklara tıkılmış bir esir olarak cüretkâr düşüncelere tekrar kapılmak çok zor. Gerçekler fazla sert ve hazırlıksız yakaladı beni.

Birkaç gün önceki aynı kibirli halimi hatırlıyorum, beni ölüme sürükleyen hatayı nasıl yaptığımı.

Kışın son demlerini vurduğu, baharın utangaç ifadesini hafiften hissettirmeye başladığı sıradan bir sabahtı. Karanlık mahzende uyanmaya alıştığım söylenemezdi ama savaştan sonra çoğu insan, evlerinin altındaki sığınaklarda, mahzenlerde, sığınma alanlarında bu şekilde uyanıyordu ve en azından bir çatını altındaydım. Isınmak için yakılan ateşin çıtırtıları duyuluyor, ateş yapı boyunca uzanan bacanın altında olmasına rağmen isin yoğun kokusu zaten küçük olan dört duvarı iyiden iyiye havasız kılıyordu.

"Rev," diye seslendi bir kız. Kendimize kişisel alan yaratmak için yatak olarak kullandığımız minderlerin etrafına perdeler çekerek odalara benzetmeye çalıştığımız bölmenin diğer ucundaydı. Ocak başında bir yerlerde ayak sesleri geliyor, kahrolası gün bir kere daha başlıyordu.

Uyanmaktan olsa gerek gergindim. Aniden neden kızdığımı anlayamadım. Bana kucak açan, evlerini yani bu harabeyi, yemeklerini yani köpek mamasından hallice iğrenç şeylerini paylaşan insanlara minnet duymalıydım. Mutlu ve umutlu olmalıydım.

"Rev, kahvaltıya gel."

Beni uyandırmak adına sesini tüm şiddetiyle kullanmaya karar veren Elodie'yi kalkıp dövmek istiyordum. "Rev diye biri yok burada."

Elodie kıkırdadı. "Leydi Revnalin kahvaltıya buyurmanızı rica ediyoruz." Alayla düzeltmesi hiç düzeltmemesinden iyiydi herhalde. İkna olup kalktım. Hayvanların yemlerini veren ailesi az da olsa süt ve yine acınası derecede az yumurta ile beni misafir ettikleri fakirhanelerine döndüklerinde bir şeyler atıştırdık.

Elodie, benden küçük ama benden alımlı, tatlı, saf bir kızdı. Hemen hemen on sekizlerindeydi, iri koyu renk gözleri, gözlerine fazla yakın kalın kaşları, ince yüzü; kısa, siyah, bakımsızlıktan çalıya dönmüş saçları vardı. Saçları kulakları ile aynı hizada olunca yataktan kalkmış hali çalı süpürgesine benziyordu. Dudakları ince ve solgun olmasına rağmen kulaklarına varan gülümsemeleri onu canlı kılıyordu.

Bir de ağabeyi vardı ki asıl saf ve salak olan oydu. Beni kabul eden, ailesine yanlarında kalabileceğime, bunun iyi bir fikir, yüce gönüllü bir davranış olacağına inandırmıştı. Benden hoşlandığını ya da beni küçük bir av olarak gördüğünü düşünmüştüm ilk karşılaştığımızda. Her iki şekilde de beni, kışın ortasında karların üzerinde üzgün ve yaralı halde bulması, kesinlikle benim yararıma olmuştu.

Anne ve babaları işlerini yapmak için ayrıldığında mahzenin güneş ışığından yoksun boğuk çehresinde üçümüz kalmıştık.

"Havalar ısınıyor gibi." dedi Pierre. Uzun, siyah saçlarını ensesinde toplamış, önüne dökülen tutamlar karıştırarak harlattığı ocağın etkisi ile kırmızı yansımalara boyanmıştı. Sivri burunluydu. Ailesinin iyi genlerini kardeşi kadar kapmadığı için şimdiye kadar sevgilisi ya da sevgili yapabilecek özgüveni olmadığını duymuştum. "Bugün küçük bir şölen olacak. Siz ikiniz gelmeyi planlıyor musunuz?"

Revnalin; Baharın TohumuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin