(4) Kimsin Sen, Sefa Alagöz?

8 3 5
                                    

Kendime yeni gelmeye başlıyordum. Gözlerimi açtığımda kutu büyüklüğünde bir odanın içerisindeydim. Karanlık olmasına rağmen içeriye sızan sokak lambasının ışığından az çok seçebiliyordum. Oda gerçekten de küçücüktü, 10 kişiden fazlası sığmazdı.

Odadaki tek eşya üzerinde gözlerimi açtığım, yerde duran battaniyeydi ve haliyle oda gibi o da küçüktü. Bebek battaniyesini anımsattı, böylesine küçük bir şeyi sadece bir bebek kullanabilirdi.

Olanları yeni yeni hatırlıyordum. Anayola birkaç adım kalmıştı ki başıma aldığım darbeyle bilincim kapanmıştı. Sonrasında kendimi burada bulmuştum.

Sayın Bay Bilinmeyen ölmemi istediğinizi biliyordum ama bu kadar basit bir şekilde öldürmeye çalışacağınız düşünmemiştim.

Gelen kapı sesiyle kafamı sesin geldiği yere çevirdim. Kapı sesine kadar hiç hareket etmediğini fark ettim. Uzandığım yerden doğrularak oturma pozisyonuna geçtim. Kapıdan içeriye kar maskeli bir adam girdi. Elindeki su şişesini önüme doğru fırlattı ve geldiği kapıdan çıktı. Fazlasıyla susadığım için bu hareketini görmezden geldim. Sanırım fazlasıyla da acıkmıştım. En son evden çıkmadan kahvalti yaptığımı hatırlıyorum

"Hey! Biriniz Allah'ın şu sevgili kuluna bakabilir mi acaba?" Kimseden ses çıkmıyordu. İnsanoğlu değil miyim ben, en azından bakamayız deseydiniz. "Kaçırdığınız kişiyi öldürmek için kaçırmadıysanız, hayrına bakıverin şuraya." Hâlâ ses çıkmıyordu.

Sessizlik yemini mi ettiniz, lan! Pis caniler sizi!

Kapı açılmıştı. "Sesimi duydunuz, çok şükür." İçeriye giren kişinin yüzünde yine kar maskesi vardı. Ama tek fark bu önceki gelen değildi. Suyu veren kişinin gözleri kahverengiydi, bunun ise güzel yeşil gözleri vardı.

"Artık biraz sussan mı, Aselciğim?" Hiç konuşmadım bile daha! Tahammül ve sabır seviyesi yerlerde olan biriyle karşı karşıyayım.

"Şey..." söyleyip söylememek arasında gidip geldim. Sonunda söylemeye karar verdiğimde karşımdaki kişi boş bakışlarla bana bakıyordu. "Acaba biraz yemek verme şansınız var mı? Çünkü, en son sabah kahvaltı yapmıştım. Açlıktan her an ölebilirim."

Öldün zaten buraya düşerek, haberin yok...

Arkasını döndü, ben gideceğini düşünürken o birilerine seslenmeye başladı. "Hey, biriniz buraya yemek getirsin!" Sonra tekrar bana döndü. İmali bakışlar atıyordu. "Güzelimin ölmesini istemem." Ardından yuzume yaklaşarak göz kırptı. Midemi bulandırdığının farkında mıydı, bu adam?

Kapıdan içeri doğru gelen kişi Sucu Beyden başkası değildi. Elinde bir tepsi vardı, tepsinin üzerinde iki adet sandviç bulunuyordu. Elindekini tahminimce Bay Bilinmeyene verdi. Konuşma şekli resmen 'ben, seni telefonda taciz eden o köpeğim' der gibiydi. Tek fark sesindeki cızırtı yoktu. Bunun Bilinmeyen olduğuna emindim.

Bay Bilinmeyen, elindeki tepsiyi yanıma bıraktı. "Afiyet olsun, Aselciğim." Aselciğim diyen ağzını yırtmak istediğimi bilsen, yine de demeye devam eder miydin acaba?

Yemeği nasıl yediğimi inanın ben bile bilmiyorum. Midem her şeyi ele geçirmişti resmen! Karnımın doymasıyla kafam yavaş yavaş yerine gelmeye başladı. Bay Bilinmeyen çoktan odadan çıkmıştı. Kendimi uyumaya zorladım. Sabah sağlıklı kafayla düşünmenin daha doğru olacağını düşünüyordum.

...
Günler böyle geçip gidiyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Taa ki Bay Bilinmeyene, adamlardan birinin yanlışlıkla adıyla hitap ettiğini duyana kadar.

Bay Bilinmeyen, yine yemek getirmişti. Bu sandviçleri görmekten fazlasıyla sıkılmaya başlamıştım. Tepsiyi kenara iterek ayağa kalktım. "Artık bunların hiçbirini yemek istemiyorum. Benden ne istiyorsunuz?" Gözlerindeki bakış değişti. Her geldiğinde boş bakıyordu, bazen de alaycı bakışlar oluyordu. Bu seferki hepsinden farklıydı. Sesim ağlamaklı çıkmıştı. Gözlerinde şaşkınlığı gördüm ve onunla birlikte merhamet, acıma, hüzün hepsi vardı. Asla tam olarak hangisini yaşadığını anlayamıyordum.

Tam cevap verecek gibi olduğu sırada adamlardan biri içeriye daldı. "Sefa ağabey bir sıkıntımız var." Bay Bilinmeyen kafasını o tarafa çevirip hiçbir şey demeden çıktı odadan. Kapıyı kapatıp, sürekli olduğu gibi tekrardan kilitledi.

Bir dakika...

Sefa...

Ağabey..

Sefa ağabey!

O adam Bay Bilinmeyene, Sefa demişti.

Şüphe içimi sarmaya başladı. Tanıyıp bildiğim, komşum olan Sefa Alagöz olma ihtimali defalarca kez kafamın içinde dönüp durdu. Başka herhangi bir ihtimal aklımın ucundan bile geçmiyordu. Adam ona adıyla seslendiğinde fark etmedi mi, adamın onu açığa çıkardığını? Bir başka ihtimal geldi o an aklıma, ya bunu takma isim olarak kullanıyorsa? Ya aslında beni kandırmaya çalışıp şüpheleri kendi gerçek kişiliğinden uzaklaştırmaya çalışıyorsa?

Bütün düşünceler beynimi ele geçirmiş durumdaydı. O an için tek bir şey söyleyebilmiştim.

"Kimsin sen, Sefa Alagöz?"
















...

KAPI | Yarı textingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin