8 Yıl Sonra
MAHŞER GÜNÜ
Elimde ki çakıyı koluna geçirdim. Aksayan ayağımı savurup diz kapağına yandan bir tekme attım, yere çökerken benim ayağımı da kendisiyle beraber çekince ikimizde yere düştük. Onun üstündeydim alnımdan ve burnumdan akan kan onun yüzüne damlamaya başladı. Aynı hızda saçıma asılıp beni alaşağı etti.
Suratıma geçireceği yumruktan kaçmak için başımı kaldırıp burnuna sıkı bir kafa attım. Durumları gittikçe eşitliyorduk. Çakıyı tuttuğum elimi sağlam koluyla zapt etmeye çalışırken yaralı koluyla boğazıma sarıldı.
Yerde üzerimde onunla yatarken ve birazdan tükenecek olan nefesimle gözümün gördüğü kadar odayı izledim. Duvarlarda ve üzerinde yattığımız betondaki ıslaklık saatler önce başlayan vahşetin izlerini hatırlatmakta gecikmedi. Etrafa yayılan ve gittikçe yoğunlaşan metalik koku sayesinde, diğer çocuklardan geriye sadece kan, et ve kemik kaldığından emin oldum.
Peki benden geriye ne kalacak? Üzerimde en büyük rakibim gözlerinde gördüğüm zafer çığlıkları, terinin ve kanının benim bedenimde ki yerini almaya devam etmesi, kararmaya başlayan gözlerim.Tüm bunlar iyiye işaret değildi. Gözüm kapanmadan hemen önce duvarın köşesinde sessizce mırıldanarak sallanan gözlüklüye ilişti. Biliyordum benden sonra sıra ona gelecekti. Araf bu zamana kadar ona benim yüzümden dokunmamıştı. Şimdi ise onu koruyacak kimse kalmayacaktı. Gözlerimi kapattım. Buraya getirilmemin üzerinden geçen koskoca on üç yıl boyunca burada tutulmamın nedenini bilmiyordum. Ama öğrenmeden ölmeyecektim. Kendime ve artık bu dünyada olmayan ailme verdiğim sözü tutma vaktiydi. Bu günün geleceğini biliyordum. Bu bok çujurunda kokuşmuş fareler gibi tutulurken sonunuz çok açıktı. Bu lanet delikten bugün gözlüklüyle çıkacaktım. Buna Araf bile mani olamazdı. Saniyeler içinde gözümü açıp yaralı bacaklarımı üzerimde ata biner gibi oturan Arafın boynuna doladım. Onu kuvvetle geri çekince boğazımda ki eli beni bıraktı fakat bıçaklı elimi bırakmadan beni beraberinde çekti. Hiç vakit kaybetmeden üstüne tırmanıp kıvırcık kumral saçlarını elime dolayıp sert hamlelerle başını beton zemine geçirdim. Üçüncü defadan sonra Araf yarı baygın bir şekilde bana bakmaya başladı. Yüzünde hafif bir sırıtma vardı. Sinirlerimi bozmuştu. Elimde can vermek üzere olmasına rağmen sırıtabiliyordu."Senin elinden olmasını tercih ederim küçük şah" dediğinde bütün sinirlerim gerildi. O son dileği bile hak etmiyordu. Ama onu benden başka kimse öldürecek kimse kalmadığı için bu isteği yerine getirmek zorundaydım. Bana mavi gözleriyle gülümserken saçını son kez kavrayıp bütün gücümle betona vurdum. Akan kanlar hızlanıp gözleri kapanıncaya kadar bana gülümsemeye devam etti. Gözlerimin birinden bir damal yaş aktığını hissettim. Bu sadece onun içindi. Hak etmiyordu o en kötü sona layıktı. Ama yine de içinde tarifi imkansız bir acı vardı. Hemen ayağa kalkıp gözlüklünün yanına gittim. Üzülecek veya ağlayacak zaman değildi. Öl ya da öldür oyununda öldürmeyi seçtiğim için kendimi suçlu hissetmiyordum. Şimdi tek yapmam gereken Antony'i planlarını öğrenmeye çalışmak ve ailemin intikamını almaktı. Demir kapıya ilerleyip üç kere vurdum.
Herşey bitince geriye kalan kişinin kapıya üç kere vurması istendi. Her ne kadar izlendiğimizden ve bu vahşetten zevk aldıklarını bilsemde salağa yatma zamanıydı. Anthony benim buradan sağ çıkacağımı tahmin ettimi bilmiyorum ama sağ çıktığım için pişman olmasını sağlayacağımdan emindim. Durup beklerken hala titreyen gözlüklüye ellerimle destek olmaya çalışıyordum. Hala açılmayan kapıya daha şiddetli vurunca dışardakilerden biri hala iki kişinin hayatta olduğunu söyleyince dönüp kalmıştım. Gözlüklüyü tabi ki öldürneyecektim.
"Keyfiniz bilir gözlüklü benimle, yıllardır burada yaşıyorum bence yaşamaya devam edebilirim."diyerek gözlüklüyü bizim köşemize sürükleyip oturdum. Kimse onu benden alamazdı. İzin vermezdim. Beni istiyorlarsa gözlüklüyü de istemek zorundalardı.
Yaklaşık beş dakika sonra her yerinde kan lekeleri olan paslı demir kapının soğuk ve derin bir gıcırtıyla açıldığını duyduk. Sakince ayağa kalkarak kapıdan girecek kişiyi görmek için bekledim. Aslında tam da tahmin ettiğim kişi gelmişti. Anthony. Ağır adımlarla yanına doğru adımladım. Bu sırada gözlüklünün arkamda kaldığından emin oluyordum.
"Seni tebrik etmek istiyorum küçük şah. Fakat bundan önce küçük bir sorun hakkında konuşmamız gerektiğini düşünüyorum" Bunu söylerken gözleri arkama kaymış ve gözlüklüyü hedef almıştı. Aksanlı sesi içimdeki öfkeyi daha çok harlıyordu. Gerçi onunla ilgili herşey benim sinir tellerimi geriyordu, yine de onun bunu şimdilik bilmesine gerek yoktu.
"Konuşacak birşey yok Anthony, o bu çukura ve bizim kavgamıza dahil değil. Senin güvenlik amirinin oğlu olduğunu biliyorum. Bu durumda ölmesi gereksiz."
Anthony gerilen çenesiyle kendini ele verse de konuşurken sesi son derece sakindi. Onu tanımayan insanların onun sinirli olduğunu bilmesine imkân yoktu.
"Demek konuşabiliyor" derken gözlerini yine arkama dikmişti. Planında bir açık olduğunu yeni fatk ediyordu. Aklınca bana da gözlüklünün babasına da aynı anda intikamın soğuğunu tattıracaktı. Ben çocukluk arkadaşımı kendi ellerimle öldürürken babasıda zamanında babamın tarafını tuttuğu için oğlunu kaybedecekti. Kısa bir sessizlikten sonra bana yaklaştı ve koca kollarıyla bana sarıldı. Mide bulantım bir üst seviyeye tırmandı. Ailemi hayatımdan söküp alan kolları bana bir ahtapotun vantuzlarını anımsatıyordu. "Tebrik ederim kızım, aynı baban gibisin. Biliyordum sırada ki cellatın sen olacağı belliydi."
İki yüzlü piç, onun Araf'ı desteklendiğini bilmeyen yoktu. Hiç birşey söyleme tenezzülünde bulunmadım. Yüzünde mimiklerini ifade edecek tek bir kas oynamıyordu.
Bu hayatta ne hissettiğimi herhangi birinin bilmesine gerek yoktu. Küçük dünyama davet ettiğim insanlar hariç kimseye sempatim veya besladiğim herhangi bir duygu yoktu. Anthony'e beslediğim kin hariç.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YENİ NESİL CELLAT ( +18 )
Teen Fiction" elimde ki çakıyı koluna geçirdim. Aksayan ayağımı savurup diz kapağına yandan bir tekme attım, yere çökerken benim ayağımı da kendisiyle beraber çekince beraber yere düştük. Onun üstündeydim alnımdan ve burnumdan akan kan onun yüzüne damlamaya baş...