Siyah elbisemin fermuarını kolumun altından yukarı çekerken aynada son bir kez kendime baktım. Jared yine yapacağını yapmış sevdiğim tarzda bir sürü kıyafet almıştı.
Üzerimdeki elbisenin tüllü ince eteğini ve boğazlı yakasını düzelttim. Son olarak parfümümü sıkıp odadan ayrıldım. Her attığım adımda duyulan topuklu sesi tüm eve yankılanırken merdivenlerden aşağıya iniyordum ki koltukta oturan Killian ile göz göze geldik. Bakışlarımı utançla kaçırmak istedim. Lakin onun bana bakışları gayet dingin ve normaldi. Sanki dün gece hiçbir şey olmamış gibi...O an aklıma gelip öpücüğünü tekrar boynumda hissettiğimde kasılan karnıma gitti elim. Merdivenlerden iner inmez Killian'ın kucağında uyuyan Luna'ya ilişti gözlerim. Onu görünce ister istemez gülümsedim. Yanlarına yaklaştım ve eğilip Killian'ın dizindeki Luna'nın başını okşadım. Esneyip bana uzanmaya çalıştığında güldüm ki yüzümdeki bakışları hissederek duraksadım. Zorla bakışlarımı ona çevirdim. "Günaydın, seni sevmiş anlaşılan."
"Sana da günaydın. Öyle görünüyor. "
dedi neşeli bir ses tonuyla. Bu tonlamayı ondan duymak beni şaşırtsa da ne kadar keyiflendirdiğini fark ettim. İstemsizce gülümsedim. "Ben çıkıyorum, toplantım var."Seri adamlarla kapıya ilerleyip askılıktaki uzun paltomu omuzlarıma aldım. Killian'la vedalaşıp evden ayrıldım ve beni aşağıda arabayla bekleyen Jared'ın yanına gittim. Karlı cadde günün erken saatleri olmasına rağmen hareketliydi. Benim için açılmış kapıdan tam arabaya binecektim ama üzerimde hissettiğim bakışla durdum. Başımı hızla sola çevirmiştim ki caddenin köşesindeki kapşonlu adamla bakışlarımız kesişti. Göz temasımızla o hızla koşmaya başladı, aldırmadan arabaya bindim.
O çocuğun Arthur'un işi olduğunu adım kadar iyi biliyordum. O beni takip ettiriyordu, bense onu. İkimiz de birer kısır döngü içerisindeydik ama bu döngüyü öyle bir kıracaktım ki, hayatındaki bu kırılım noktasını asla unutamayacaktı.
Gerekirse canını en acı noktadan yakacak, o arsayı avcumun içine alacaktım. Canını almam gerekse bile...
****
Tik, tak, tik, tak....
Beynimin içinde yankılanan saatin sinir bozucu sesine adamın sunduğu proje eklendiğinde göğsüme basan afakanları dindiremiyordum. Elimde döndürdüğüm pilot kalem her geçen saniye hızlanırken sinirli bakışlarım ekrandaydı.
Heyecandan titreyerek yapılan sunumlar... En çok sinirimi bozanlardı.
Kekeleyip, iki cümleyi bir araya getiremeyen insanlar karşımda büyük işler başarma peşindeydi.Bir dilin keskinliği, kendine güveni yeterliyse dağları kırıp geçebilirdi. Ama bu özgüven eksilere indiğinde, kusura bakmayın; o dağın altında kalmaya mecbursunuz.
"Pekala Bay Herman, kendi şirketinizin bu sunduğunuz proje için ne kadar sermaye biçtiğini öğrenebilir miyim?"
Adamın sesini jilet gibi kesen sesim salonda yankılanırken Bay Herman da buz kesildi."Y-yaklaşık bir milyon iki yüz bin kadar. Şirketimiz e-elinden gelenin fazlasını bu işe adıyor."
Gözlerimi kısarak Bay Herman'a dikkat kesildim. "Yani toplam ihtiyaç olan miktarın dörte biri kadar, ha?"
Adam bir şey söylemek için hazırlanıyordu ki yavaşça ayağa kalktım. "İş birliğiniz reddedilmiştir Bay Herman. Eşit sermaye olmadan birliğe girmiyoruz. Ayrıca..." Elimi masaya koydum ve gözlerinin içine baktım."Her yıl bir kısmı yıkılan bir dağın yamacına şirket binası dikemezsiniz. Elbette ölmek istiyorsanız, orası size kalmış."
İnsanların arasında fısıldaşmalar başlarken masadan doğruldum, hızlı adımlarla kapıya ilerdim. "Toplantı bitmiştir, çıkabilirsiniz."
Toplantı salonundan çıkar çıkmaz peşimden koşan Asta'nın adım sesleri ilişti kulağıma. Aldırmadan odama doğru ilerledim. Tam kapıdan içeri girecektim ki Asta'nın sakin sesini duydum.
"Bayan Grey..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Valeska (+18)
Random"Bu adil bir savaş mı Bay Reed?" Adam oturduğu deri koltukta iyice yayıldı. Oldukları durumdan oldukça keyifliydi. Gözlerini kıstı ve karşısında heybetle dikilen kadına baktı. "Hiçbir savaş, hiçbir zaman adil olmaz Bayan Grey. Adil olursa kazanan ol...