Sabahın ilk ışıklarıyla gözümü açtım. Gece çok geç yatmış olmama rağmen alışık olduğumdan dolayı bu saatte kalkabilmiştim. Tülden süzen Güneş ışınları odayı yavaş yavaş aydınlatmaya başlamıştı. İçimde anlamlandıramadığım bir enerji vardı.
Gece odayı detaylı incelemeye vakit bulamamıştım. Şimdi baktığımda ise ufak bir balkonu olduğunu gördüm. Evi bilmediğimden dolayı dışarı çıkamazdım. Hem bilsem bile diğer aile üyelerini uyandırmak istemezdim. O yüzden de pijamalarımı değiştirip balkonda oturmaya karar verdim. Üzerime siyah düz bir sweatshirt, altıma ise gri, çok da bol olmayan bir eşofman altı giydim.
Balkona çıktığımda beni çok güzel bir deniz manzarası karşıladı. Bu civardaki en yüksek bina burası olduğundan kaynaklı görüşümü kısıtlayan hiçbir şey yoktu. Boyu yaklaşık 3 metre, eni ise 2 metre civarıydı. Bir masa ve iki tane de sandalye konulmuştu. Duvarlar koyu gri renkte boyanmış, yerler ise mat toprak rengi fayansla döşenmişti.
Bu saatlerde nefes almak bile insana huzur veriyordu. Sandalyelerden birini sağ taraftaki duvara dayarken diğerini ise ayağımı uzatabileceğim şekilde ona yakınlaştırdım. Dün aldığımız kulaklığı telefonuma bağlayıp kafama taktığımda dışardaki tüm gürültülerin aniden yok olduğunu fark ettim. Henüz şarkıyı açmadan böyleyse şarkı çalmaya başlayınca kim bilir nasıl olurdu. En sevdiğim şarkıcılardan biri olan Model'den Mey'i açtım. Normalde aşk şarkısıydı ancak benim dinleme sebebim melodisiydi.
Bakması ne zormuş ah o güzel yüzüne diyordu şarkı.
Toplamış yine bütün güneşi üstüne...
Kamaşıyor gözlerim bebeğim. Böyle gülmek olur mu gözünü seveyim? Cennet dudaklarınmış öp de bileyim.Aşkmış adı nereden bileyim? Böyle zulüm olur mu gözünü seveyim? Adımı sorsan söyleyemem yemin ederim...
Ah! Ellerim titriyor. Of bir ateş basıyor. Özlemekle dokunmakla geçmiyor. Diye devam ediyordu. Bu şarkı bana 7 yaşımı hatırlatıyordu. O gün yetimhaneye denetleme yapılacağı için bizi mutluymuş gibi göstermeleri gerektiğinden parti düzenlemişler ve kafalarına göre parçalar açmışlardı. Benimse hiç aklımdan çıkmayan bu olmuştu. Kendimi bildim bileli kafa dağıtma yöntemim buydu. Her ne kadar boktan şartlarda büyümüş olsam da müzik dinleyecebileceğim bir yeri illa ki istisnasız her gün bulmuştum.
Böyle geçmişe dayalı düşüncelerime dalmışken aniden sırtımda bir yük hissettim. Başımı kaldırıp baktığımdaysa karşımda sırık gibi dikilen Enis abiyi gördüm. Bir yandan gülerken diğer yandan da utangaç gibi görünüyordu.
_Günaydın prenses. Erkencisin bakıyorum.
_Evet. Geç kalkmayı çok sevmiyorum ben ya.
_Abim sevmiyorsun da üşütürsün burada. Sabahları serin oluyor biliyorsun.
_Yok. Tam aksine yanıyorum ben.
Verdiğim cevap karşısında Enis abi anlam veremez bir ifadeyle gülmüştü. Hâlâ bana bu kadar çabuk nasıl ısındıklarını çözememiştim. Sanki yıllarca birlikte yaşamışız gibi bir samimilik vardı hepsinde. Bu beni mutlu etse de diğer yandan değişik hissettiriyordu çünkü onlara alışmam epeyce zaman alacaktı ve güven sorunlarım vardı. Benim kadar sorunlu bir insanı tanıdıkça sevmeyeceklerdi muhtemelen. Zaten kim sorunlu kız kardeş isterdi ki?
_Ben de kahvaltı yapacaktım da sana bakayım dedim. Odanın kapısını iki-üç kere falan çaldım. Herhangi bir çıtırtı ya da hareket sesi de duymayınca endişelendim. İzinsiz girdim ama kızmadın umarım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DERİN: BİR YENİDEN DOĞUŞ HİKÂYESİ
Ficción GeneralBir kız çocuğu hayal edin. 16 yaşında kadar kim olduğunu, nereden geldiğini, niye yaşadığını bilmemiş. Hayatı bir günde tepeden tırnağa değişiyor. O güne kadar tek bir ismi var. 17 numara...