7. Meow

28 15 19
                                    

🎵Tomorrow (Tablo, TAEYANG)🎵

Han Jisung

Sabah uyandığımda koltukta değildi. Çoktan gitmiş olmalıydı. Bu beni rahatlattı. Dün gece aniden beni uyandırıp tek gecelik seks teklifi ettiğinin ve benimde onu reddettiğimin bir rüya falan olduğunu düşünmeye başlamıştım. Aksine inanmak istemiyordum.

Aynı zamanda da teklifinin o Japonya'dan döndüğü zaman için de geçerli olup olmadığını düşünüyordum.

Bu konuyu anlatmak istediğim bir arkadaşım vardı. Yakın bir arkadaşım. Telefonumu alıp onu arayacakken aklıma Minho'nun dedikleri geldi.
Eve senden başkası girmesin.
Ancak...o benim en iyi arkadaşımdı. Bir şey olmazdı sonuçta.
Bir süre tereddüt içinde ede turladım. Sonra ise bu kuralın kankam için geçerli olmadığı kanısına vardım.
Onu aradım ve evin konumunu attım, gelirken iki üç şişe içki almasını da özellikle belirttim. Bu tarz konuşmalar içkisiz olmazdı.

O gelene kadar kedilere bakmaya karar verdim. Nasıl olsa herif bu iş için bana iyi para veriyordu, karşılığını vermeliydim.

Dediği gibi Doongie yatağın altında mışıl mışıl uyuyordu. Onu uyandırmadım ve ve yatakta yayılan yayıla uzanan Soonie'te baktım. Uyanıktı. Ona baktığımı görünce rahatsız olmuş gibi ayağa kalktı ve yataktan atlayıp poposunu kıvıra kıvıra odayı asilce terk etti. Kısa bir süre sonra salondan miyavlama sesi geldi. Israrla miyavlayıp durdu.
"Meooow. Meeeoow. Eeoow."
Hızlı adımlarla salına gittim. Boş mama kabının önünde bekliyordu. Minho bana üzerine basa başa mamalarını aynı anda vermemi söylemişti. Bu kurala uydum ve diğer ikiliyi de kucağıma alıp salona getirdin. Tanrım, tüyleri nasıl bu kadar harika olabilirdi ki? Ellerimi kürküne daldırıp onu kucağımdayken sevdim. Kycağımda durmayan hareketli Dori kucağından atladı ve mama kabının yanına, Soonie'nin yanına gitti. Dori koşarak geldi. Anlaşılan onlara yemek vereceğimi anlamıştı. Üçünün de kabına Minho'nun gösterdiği ölçüde eşit eşit koydum. Onlar löpür löpür yemeklerine gömülm0şken oturup onlar seyrettim. Çok tatlı görünüyorlardı. Onları ısırıp öpmek geliyordu içimden.

Bir süre onlarla oynadım. Küçük tüylü göbelerini sevdim ve gıdıklarını kaşıdım.

En sonunda en yakın arkadaşım Hyunjin kapıyı çaldı. Koşarak kapıya gittiğimde Dori'de peşimden koştu ve bacağıma atladı. Bu cidden tatlıydı ancak şuanda bunu reddetmek zorundaydım. Başını okşadım ve kapıyı açıp arkadaşıma kocaman gülümsedim.
"Jinne!"
"Hannie!"
Birbirimize sıkıca sarıldık. Görüşmeyeli bir buçuk hafta olmuştu. Tanrı aşkına aynı şehirde olsak bile düzgünce görüşme fırsatı bulamıyorduk. Aslında benim zamanım bol bol vardı. Ancak o bir şirkette idol olmak için staja başlamıştı ve bu boktan staj onun ömrünü tüketmeye yetecek kadar zorlayıcı ve tüketici bir işti.

Onu baştan aşağı süzdüğümde ne kadar zayıflamış olduğunu fark ettim.

Onu içeri davet ettim. Kendi evim değildi. Ancak onun tek tatil gününde onu reddedemzdim. Nu yüzden onu ben çağırmıştım. Elindeki bira poşetini alıp doğruca dolaba attım ve onun yanına döndüm.

"Tanrım, cidden zayıflamışsın." dedim ona.
Gülümsedi. "Ah öyle mi? Bu iyi."
İyi falan değildi. Kemikleri görünüyordu resmen.
"Bu diyeti bırakmalısın, dostum." dedim ve onun karşısına oturdum. Dori koltuğa çıktı ve koluma sarılıp dişlerini canımı yakmayacak şekilde tenime sapladı.
"Öyle kolay değil." dedi ve sağ bacağını sol bacağının üzerine koyup kollarını açtı.
"Kemiklerini görebiliyorum. Bu heriflerin sizden istedikleri mükemmel sesiniz ya da dans yetenekleriniz değil, kemikleriniz ve iskeletiniz olmalı."
Hafifçe kıkırdadı. Bu komik bir değildi. Ben gayet ciddiydim.
"Unut gitsin." dedi. "Bana sevgilimden bahset."
"Tanrım, Hyunjin! O sadece tatlı kedilerine baktığım bir kedi babası! Sevgilim ya da arkadaşım falan değil!"
"Ondan hoşlanıyor musun?" diye sordu pis pis sırıtıp.
"Çekici birisi ama buna henüz hoşlanmak diyemeyiz."
"Henüz." diye vurguladı.

Gözlerimi devirdim ve Dori'ye bakıp göbeğine masaj yaptım. Masajı hak eden tombul ve yumuşak bir göbeği vardı.

"Herifin tuhaf yanları var ama." dedim.
Daha da pis sırıttı. "Sen tuhaf şeyleri seversin."
Haklıydı. Farklı şeyler aynı olan şeylerden iyiydi.
"Dün gece bana tek gecelik seks teklifi etti amık. Adam cidden tuhaf."
Gözleri heyecanla büyüdü.
"Aha!" dedi ve öne eğilip bana yaklaştı. "Senden hoşlanmış!"
"Siktir. Ortada hoşlanma falan yok. Herif sadece azmış belli ki."
"Sana azmış ama." dedi şeytani bakışlarla. "Seviştiniz mi?"
"Hayır." dediğimde suratı asıldı.
"Niye lan? Karar mı değiştirdi sonradan? Pislik mi lan bu?"
"Hayır. Ben kabul etmedim." dedim omuzlarımı indirip kaldırırken.
"Sen? Çekici bulduğun herifi reddettin öyle mi?"
Başımı yukarı aşağı salladım. "Adamın sevgilisi var." diye açıkaldığımda ne demek istediğimi anlamış gibi bir bakış attı.
"Piç herif." diye mırıldandı.
Ona sertçe tekme attım. "Öyle deme, salak herif."
Bana düşmanmışız gibi bir bakış attı.
"Öyle deme." diye tekrar ettim.

Biraz daha sohbet etmiş ve getirdiği iki şişe içkiyi de sünnetlemiştik. İki şişeye gidecek adam değildim ama bunların alkol oranı fazlaydı. O yüzden biraz kafam iyiydi, fazla değil. Hyunjin'in alkol direnci bir bebeğinki kadar olduğu için neredeyse sızmıştı. Bunu sorun etmemiştim. Minho'nun haberi olmayacaktı. Ancak kapı zilini duyduğumda bir anda Hyunjin'in varlığı beni gerdi.

"Hyunjin-ah! Saklanmalısın." dedim. Buna gerek varmıydı bilmiyorum ama öyle hissediyordum.
"Nereye saklanayım?" dedi Hyunjin durduk yere gülerken.
"Tuvalete git." dedim. Ona oraya gitmesi için yardı ederken kapı bir kez daha çaldı. Koşup kapıyı açtım. Tatlı bir çocuk bana gülümsedi. Cennet gibi hissettirdi. Güzel bir gülüşü vardı.
"Buyrun?" dedim tatlı bir sesle ona gülümseyerek.
"Ben Minho'nun arkadaşıyım." dedi.
"Ahh, öyle mi? Ne güzel."
"Beni evi kontrol etmem için gönderdi de."
Suratımdaki tatlı sırıtış silindi. Bu herfin cidden bana güveni sıfırdı. Bunu fazla sorun etmiyordum, nasıl olsa ye tanışmış sayılırdık.
"Tabii." dedim ve tekrar gülümsedim.
Gülüşü daha da genişledi. Ayakkabılarını çıkarıp içeri girdi.

Siktir. Hyunjin'den ayakkabılarını çıkarmasını istememiştim bile. Evin içine etmiştim resmen.

"Bu arada ben Felix." dedi ve elini uzattı. Yabancı ülkedendi anlaşılan. Oysa akıcı Korece konuşuyordu.
Elini sıktım. "Han Jisung. Han desen yeterli."

Dört bira şişesinin dağınk bir şekilde durduğu sehpaya baktı.
"Misafirin mi vardı?"
"Hayır. Kendim içiyordum."
Şişelerden birini eline aldı ve bakındı. "Hepsi bitmiş. Ve hepsinin alkol oranı çok yüksek. Dört şişe içipte sarhoş olmaman imkansız."

Bu herif neydi, Sherlock Holmes falan mı? Evde biri varsa ne olmuş? Bu senin işin değil dostum.

"Minho içki kınusunda takıntılıdır. Bu eve şarap harci alkol girmez. Ancak sana kıyak geçeceğim. Ancak evdeki kişiyi tanımam lazım. Yabancı birisi eve giremez." dedi. Sesi anlayışlı geliyordu. "Merak etme, Minho'ya bundan bahsetmeyeceğim." diye ekledi samimi bir gülüşle.

Hyunjin şuan fena sarhoştu. Onu görürse kesin beni ifşalardı.
"O şuanda tuvalette." dedim.
"Aah, tama-"
O sırada boğuk bir ses onun lafını böldü.
"Han-ah! Artık çıkabilir miyim?!"

Ben senin zamanlamana Hyunjin..

Her neyse. Ucunda ölüm ya da fakirlik yoktu. (Gerçi ölüm olsa fena olmazdı.) Bu yüzden rahat takıldım.
"Gel!" diye öfkeyle bağırdım ona.
"Geliyoruuum!"
Kapıyı açmaya çalıştı. Kilitli falan değildi Sadece kulp paslanmıştı. Bir türlü açamayınca Felix gidip açtı.
"Melek!"
Felix Hyunjin'in sözüne karşı hafifçe sırıttı. "Sağol." dedi.
Hyunjin tuvaletin kapısına yaslandı ve ona flört eder gibi gülümsedi.
"Adın ne senin?" diye sordu.
"Felix." diye yanıtlarken suratında cilveli bir sırıtış vardı.
"Ben Hyunjin. Hwang, Hwang Hyunjin." dedi uyuşuk bir sesle.

Birbirlerinin telefon numaralarını aldılar. Sonra Hyunjin onu bir kafeteryaya gitmek için ikna etti. Minho'nun arkadaşının gözetiminden kurtulmak beni az çok rahatlatmıştı.

AILUROPHILE | Minsung ARA VERİLDİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin