🎵Happier Then Ever (Billie Eilish)🎵
Han Jisung
Kedi babasıyla barda takılıp içtikten sonra sarhoş olduğum için beni arabasıyla kaldığım otele kadar bırakmıştı.
Kedi babası deli gibi yakışıklı bir adamdı. Bu da ona asılmamak için kendimi zor olsa bile tutmama neden oluyordu. Adam feci takıntılıydı. Uzun süre takılamayacağım tiplerdendi. Sadece tadına bakmak istediklerimdendi. Ne yazık ki benim saplantılı müşterimdi. Kedilere saplantısı vardı. Bu biraz ürkütücüydü. Yani...bir canlıya saplantılı olma düşüncesi bile tüylerimi diken diken yapıyordu. Ben şahsen bir canlıya bağımlı olmak istemezdim. Sanırım bu yüzden alkole bağımlı olmuştum...
Haddinden fazla alkol tükettiğim için ayakta zor duruyordum. Bu yüzden kedi babası koluma girdi ve otel odama kadar eşlik etti. Bulanmış aklımdan pis pis düşünceler geçiyordu. Ancak bu zengin herif 7 günlük kedi bakıcılığı için 85.000 won vermeyi nasılsa kabul etmişti. Gerçekten ahmak olmalıydı. Ya da zengin. Ah Tanrım. Zengin ve yakışıklı bir herifti o.
Beni kapının önünde bırakıp gidecekken kolundan tuttum. "Kapıyı açsana." dedim ve oda kartını telefon kılıfımın arkasından çıkarıp ona verdim.
"Tanrım. Bunu da mı ben yapayım yani?" diye söylenirken elimdeki kartı aldı. Kapıyı sonuna kadar açtı ve bana yolu gösterdi.
Yaslandığım duvardan uzaklaşırken bile sendeliyordum. Onu kıyafetindrn tuttum.
Ofladı.
Ardından da koluma girdi ve bana yatağıma kadar eşlik etti.
"Peki, artık gidiyorum." dedi beni yatağa otutturup.
"Bir saniye." dedim sarhoş olduğumu belli eden uyuşuk bir sesle.
"Ne?" dedi bıkmış bir sesle.
Bir an için duraksadım. Muhtemelen sarhoş olduğum içindi.
"Şey..."İş.
7 günde 85.000 won.
Tadımlık bir şey için paradan vazgeçecek değildim ya. O kadarda aptal değildim."Yok bir şey." dedim ve yorganımın içine girdim.
"Peki...İyi uykular." dedi ve gitti. En azından öyle duydum.Minho
Bu herifin bana olan bakışları bakış değildi. Her an dudaklarıma yapışacak gibi bir siması vardı suratında. Dudaklarıma fokuslanmıştı resmen.
"Peki." dedim. "İyi uykular."
Bana karşılık vermesine izin vermeden önce hızlıca otel odasından çıktım. Otel odası da amma pis bir odaydı. Duvarlarda ben fakirim yazıyordu adeta.
Yaşadığı yeri görmem ona acımama neden olmuştu.Japonya'ya gitmeden bir gün önce onu evime kalması için çağırdım. Kedilerimle iyi anlaşacaklar mı diye bakmak için. Kedilerin kolay kolay uyum sağlayan kediler değildi. Alışmaları için ilk etapta yanlarında olmak istiyordum.
Rock yıldızı ise "7 gün diye anlaşmıştık. 8 değil." demişti bana telefonda konuşurken.
"Pekala. Ne kadar istiyorsun?" dedim. Herif gerçekten fakirdi. Bunu bir hayır işi olarak düşünüyordum.
"95.000 won." dedi. "En az." diye ekledi bunun bir önemi varmış gibi.
"Peki. Öyle olsun. Ama hemen şimdi geliyorsun, tamam mı? Kedilerim yabancılarla pek iyi geçinemezler. Alışmaları uzun sürecektir."
"İyi." dedi. "Konum atta geleyim."Bu herifin benimle kaç yıldır tanışıyormuşuz gibi konuşması sinirimi alt üst etmeye yetiyordu.
Yaklaşık 20 dakika sonra kapımı çaldı. Onu içeri davet ettim. Bugün üzerinde daha insancıl kıyafetler vardı. Bu beni az çok rahatlatmıştı.
Gri, sıradanbir hırka giymişti. Altında ise bol, yırtık, siyah bir pantolon vardı ve belinde ise zincir vardı. Bileklerinde siyah, deri şeritler vardı. Tuhaf köşeli çerçeveye sahip bir gözlük takıyordu. Uzun, kıvırcık ve koyu kahverengi saçları ise ters taktığı şapkanın altından fırlamıştı.Hala tuhaf bir tarzı vardı.
Koltukta uzanan Soonie'nin yanına ama olabildiğince uzağına oturdu. Bir an için kedilerden korkup korkmadığını sorguladım.
"Tahmin edeyim, bu Soonie." dedi Soonie'yi işaret ederek.
"Evet. O Soonie." dedim.
Uzanıp yavaşça başını okşadı. "Kürkü amma yumuşakmış ha." dedi.
Tabi ki öyle olacaktı. Ben çocuklarıma iyi bakardım.
Oturduğu yerde Soonie'ye yaklaştı ve daha rahat bir şekilde onu sevmeye başladı.
"Diğerleri nerede?"
İkisi de uyuyordu. Nerede olduklarından emin değildim. Bu yüzden kendi odama gidip Doongie'nin sürekli uyuduğu yere, yatağımın altına bir göz attım. Orada mışıl mışıl uyuyordu. Uzanıp onu kucağıma aldım. Salona döndüğümde Rock yıldızı Soonie'yi kucağına almış, onun gıdığını kaşıyordu.
Doongie'yi görünce gözleri büyüdü.
"Bu şeyler aşırı tatlı." dedi gözünü bile kırpmadan kucağımdaki kediye bakarak.
"Şey mi? Onlara şey diye hitap etme." dedim ve Doongie'ye sarıldım. Soonie'nin o yabancı rock yoldızının kucağında tatlı tatlı oturduğunu görmek beni kıskandırmıştı. Soonie kucakta oturmaktan nefret ederdi."Soonie kucak sevmez. Bu yüzden onu rahat bırak." dedim huysuz bir sesle. Han'da Soonie'ye sardığı kollarını çekti, ama Soonie yerinden bile kıpırdamadı.
"Şansılısın ki seni sevdi." dedim ve zorla gülümsedi. Han, epey mutlu görünüyordu. İkisi de birbirini sevmişti."Şey.. Baban bir şey dedi mi?" diye sordum sanki umrumdaymış gibi.
Gözlerini Soonie'nin parlak tüylerinden ayırıp bana baktı. Suratı utanmış gibiydi, muhtemelen geçen gece durmadan babasını anlatıp durduğu içindi.
"Hayır." dedi omuz silkip. "Geri aramadı."
"Ah iyi. Seni zor duruma soktum sandım bir an." dedim ve gergin gergin güldüm.Kısa bir sessizlik oldu. Bu kısa süre içerisinde gözümün önüne o gün bana olan bakışları geldi. Anında sıcakladım.
"N'oldu?" diye sordu. "Kulakların kıpkırmızı oldu."
"Ha?" ellerimle kulaklarımı kapadım. "Bir şey olduğu yok." diye ekledim.Bir kez daha sessizlik oldu. Sadece Soonie'nin mırlaması duyuluyordu. Onun karşısındaki kanepeye oturduğum sırada başını kaldırıp bana baktı. "Şey, içki falan var mı?"
"Şarap var?"
"Kırmızı mı?"
"O da var." dedim.
"Biraz alabilir miyim?"
Ve evimde sarhoş olmak mı istiyordu? Buna izin vermemi mi istiyordu? Onun alkole bağımlı olduğundan neredeyse emindim ve sarhoş olana dek içeceğinden de öyle. Ancak bir kere var demiştim. Şimdi vermemezlik olamazdı.
"Biraz getireyim o halde." dedim ve homurdana homurdana ayağa kalktım.Mutfakta yarım kalmış bir şişe aradım. Wğer bir şişeyi açarsam rminim ki bitirene kadar içecekti. Bu yüzden yeni şarap şişesi açamazdım. Ancak kırmızı şarapların hiçbir henüz açılmamıştı. Bende iki kadeh bardağını yarısına kadar doldurup yanına döndüm. Şişeyi ise mutfak dolabına geri koydum. Birisini ona uzatırken kalktığım yere geri oturdum. O sırada Dori koşarak odamdan fırlayıp yanımıza geldi.
"Tanrım. Bu çok tatlı bir şeymiş." dedi heyecanla.Kedilerine yine şey diye hitap etmişti.
Tanrım.Kırmızı şarabından koca bir yudum aldıktan sonra kucağında oturan Soonie'yi koltuğa alarak ayağa kalktı ve oynamaya hazır olan Dori'nin yanına, yere oturdu.
"Şey..." dedi ama gerisini geçirmedi.
"Hı?"
"Sigara içsem sorun olur mu?"
Şarap ve sigarayı aynı anda nasıl içecekti ki? Hem kedilerime zarar verirdi.
"Kedilerin ciğerleri bunu kaldıramaz. Seninkiler de öyle." dedim.
"Benimkiler kimin umrunda ki." diye mırıldandı. Bir yandan ya göbeğini açmış sırt üstü uzanan Dori ile oynuyordu. O anda gözüme çok... Nasıl desem... tatlı göründü.
"Senin umrunda olmalı." dedim soğuk ses tonumu koruyarak.
"Tamam da ölünce kendi arkamdan kendi kendime mi üzüleyim? Benim için üzülen yoksa benim üzülmemin de anlam yok. Bu ne saçma düşünce lan."
Hafifçe kıkırdadım.
"Sadece motive etmek istedim." dedim.
"Beni hiçbir insanoğlu motive edemez. Çökmüş durumdayım." dedi ve güldü. Bildiğiz kahkaha attı. Ardından şarabın kalanını da içip bitirdi.
"Biraz daha var mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AILUROPHILE | Minsung ARA VERİLDİ
RomansaAilurophile* kedileri fazlasıyla seven bireylere denir. Sevgilisiyle Japonya'ya tatile giden Minho, üç kedisine bakması için genç bir bakıcı tutar. Ancak bu bakıcıya güveni yokur. Bu yüzden tatile gitmeden, ve sevdiği üç kedisini bu tuhaf adama bıra...