🎵Runaway (AURORA)🎵
Han Jisung
Küçük kız kucağımda ağlarken artık gözüme bir yabancı gibi görünen bu adam yerde oturmuş dönük boş bakışlarla binadan aşağıya bakıyordu.
Hala buna neden kalkıştığını bilmiyordum. Ancak bir tahminim vardı. Para. Derdi para olsa gerekti. Bunu tahmin etmek kolaydı. Üstü başı kir pas içinde kalmıştı. Sakalları ise onu en son gördüğüm o kafeteryadaki halinden çok daha uzamıştı. Saçları ensesinde küçük bukleler halinde rüzgarla dalgalanıyordu. En son ınu gördüğün halinden bile beter görünüyordu. Bu nedense kalbimi ağrıtmıştı.
"Paran mı yok?" diye sorduğumda balışlarını uçurumdan aldı ve bana çevirdi. Buna rağmen tek kelime dahi etmedi. "Sana para verebilirim." dedim. Ancak ona daha dikkatli baktığımda onun tek derdinin para olmadığını gördüm. "Neden benimle evime gelip sıcak bir duş almıyorsun? Ha?"
Şirketin buna katiyen izin vermeyeceğine emindim. Ancak onu burada bu küçük tatlı kızla yapayalnız bırakamazdım."Kızımı bana geri ver ve siktir olup git. Tamam mı? Beni anladın mı?"
O ayağa kalkmaya yeltendiğinde kucağımdaki kızı yere indirip onun kolunudan tuttum ve onu uçurumdna uzaklaştırıp güvenli bölgeye çektim.
"Naz yapma. İkiniz de benimle geliyorsunuz." dedim kesin bir şekilde.Gözleri çökmüş, bitkin ve çökük bakıyordu. Gözaltında mor halkalar birkaç gündür doğru düzgün uyumadığına işaret ediyordu adeta. Çatlamış dudakları bir şeyler söylemek için açılmışsa bile tek kelime etmedi. Hala tuttuğum kolunu kendine çekti ve uyuşuk adımlarla kızının yanına gitti ve dizlerinin üzerine çöküp onun yanaklarını avuçlarının arasına aldı.
"İyi misin?" diye sorarken sesi böylesine tehlikeli ve ölümcül bir olay yaşanmamış gibi rahat ve gevşek çıkıyordu. O an ona bir yumruk atmak istedim, ancak bunu yapmadım çünkü belli ki hayat benden önce davranmış ve ona fena bir yumruk atmıştı bile.
Küçük kız ağlayarak başını onaylar biçimde salladı ve babasının boynuna sıkıca sarıldı. Minho kızın kulağına benim duyamayacağım kadar sessiz bir şekilde bir şeyler fısıldadı. Kız ise tek kelime dahi etmedi ve ona sarılmaya devam etti.Bir süre daha orada kaldık. Bu süre içinde onu benimle gelmeleri için ikna etmiştim. Düşündüğümden kolay olmuştu. Kalacak yerleri olmadığı doğruydu anlaşılan.
Küçük kız önden ilerlerken Minho ve ben onun arkasından merdivenlerden ağır ağır indik. Sanki adımlarımız bile bizim sessizliğimize ayak uydurmak için sessizce ilerliyordu.Göz ucuyla Minho'ya bir baktım. Gözleri parlıyordu. Gözlerine hüzünlü yaşlar akın etmiş olmalıydı. Ya da sadece bir ayna gibi bu dar, aşağı inen merdivenlerle kaplı koridoru aydınlatan ışıkları yansıtıyordu. Bana kalırsa ağlamamak için çabalıyordu.
Küçük kızla aramız iyice açılınca Minho'ya döndüm. Ağzımı açtığım anda o da bana baktı ve benden önce davranarak söze girdi. "Bize sadece bu geceyi geçirebileceğimiz bir otel parasını borç olarak versen yeterli. Fazlasına gerek yok."
"Sadece bu gece mi? Peki ya sonrası? Sonrasında ne yapacaksın? Yine binalara mı tırmanacaksın? Şu küçük kızla hemde?" dedim azarlar gibi.
"Salak saçma konuşma. Bu seni ilgilendirmez bile."
"Yani gerçekten intihar etme eyleminden pişmanlık duymuyorsun öyle mi?" dedim şaşkınlıkla dehşet arasında bir duyguyu sesime yansıtarak.
Bana dik dik baktı, yinede aksini iddia etme zahmetine dahi girmedi.
"Sen ciddi misin?" dedim hararetle. "Sen deli misin?!" diye ekledim.
"Ciddi değildim." dedi. Suratındaki tek bir mimik bile yerinden kıpırdamamıştı bunları söylerken. Duygudan yoksun yüz ifadesi, onun başını çevirmesiyle görüş alanımdan çıktı.Şirket binasının önüne kadar geldiğimizde nedense bir idol olmak için katıldığım bu şirketten utandım. Benim idol olmak için en ufak bir yeteneğim olmadığını düşünüyor olduğundan da en az adım kadar emindim.
Çökmüş bakışları gözlerime döndüğünde utancımdan yerin dibine girmek istedim. İdol olmak utanç verici değildi. Sadece bu benim için oldukça yüksek bir hedefti.
"Evin tam olarak neresi?" diye sordu. Binanın tam önünde duruyorduk oysa. Demek benim stajyer olabileceğimi bir ihtimal olsa dahi düşünmüyordu.
"Şey..." dedim. Elimle binayı gösterdim. "Orası."
Bana baktı. Kaşlarını çatmıştı. "Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" dedi.
"Ha? H-hayır. Ben ciddiyim."
Derin bir iç çekti ve kızına döndü. "Hey Jisung, babanı şuradaki bankta oturup uslu uslu beklemeye ne dersin? Yorulmuş olmalısın, uzun zamandır yürüyoruz."
"Tamam babacığım." dedi kız. Ardından da koşarak banka gitti ve oturdu.
Bu sırada ben de anlık bir şok geçirdim. Kızına benim adımı mı vermişti?
Bana döndüğünde şaşkın bakışlarımı gördü. Ardından kulakları kıpkırmızı oldu.
"Onun adını Eunmi seçti." dedi.
"Ah...şey tamam." diyor geveledim. Üstelik bana söylediği şeyin yalan olduğunu seziyordum. Eunmi onu terk etmiş gibi görünüyordu. Kızını böyle bir durumda bike yanına almayacan bir anne kızının adının ne olduğunu da umursamazdı.Kızaran kulaklarından bir tanesini eliyle kapadı ve tekrar kaşlarını çattı. "Kızım ve ben böyle bir yerde yaşayamayız. Bunu sen de iyi biliyorsun. Bizimle dalga geçiyorsun değil mi?!" dedi öfkeyle.
"Hayır ben-""Tanrım!" diye bağırarak iç çekti. "Başından beri senin bir piçten başka bir şey olmadığını biliyordum. Yinede geldim. Aptal umudumun yıkılışını seyretmek hoşuna gitti mi? Benim bu boktan durumumla alay etmek için mi getirdin bizi buraya? Söylesene!"
Donup kalmıştım. Onu daha önce böyle görmemiştim. Belki de gerçekten onu tanımıyordum. Tanımıyordum. Biz sadece bir buçuk hafta boyunca iletişimde kaldık. Siktir. Onu nasıl tanıdığımı sanmıştım ben? Onun tanıdık sıcaklığında kendimi kaybetmiş gibiydim. Tanıdık kokusunda. Nedense onun hakkındaki her şey bana tanıdıktı. Ancak bu onu tanıdığım anlamına gelmiyordu.
Aniden farkına vardığım bu yeni bilgiyle gözlerim yaşardı. Ne zaman ona bu kadar bağlanmıştım ki ben? Belki de yalnızlık içinde olduğumdandı. O zamanlar tanıdığım tek kişi Hyunjin'di. O da staj dönemlerinde yanımda olamamıştı. Ve o dönemde tanıdığım kişi o olmuştu. Ona bağlanmıştım. Farkına bile varmamıştım. Acınası haldeydim..
Ona hala bakarken kasılmış vücudu gevşedi ve omuzları çöktü. Zorlukla yutkunduğu sırada ben başımı öne eğmiştim. Burnumu çektim ve gözlerimi bir an için kapatıp derin bir nefes aldım. O ise hiçbir şey yapmadı. Anlık sessizlik hiç sahip olmadığım birini yine kaybedişimin sesini içinde barındırıyordu. Tuhaf bir uğultu gibi kulaklarımda ötüyordu.
Bir şeyler mırıldandı ve derin bir nefes alırken bir elini beline koydu. Yüzüm ona bakmıyor olsam bile önüme düşen koyu saçların arasından onu görebiliyordum.
"Ne diye ağlıyorsun şimdi?" dedi. Sesi bir önceki kaba sesine kıyasla çok daha hoş bir melodiyi andırıyordu. Her zaman, sonsuza kadar duymak isteyeceğim bir sesti bu.Titreyen dudaklarımı araladım. Oysa ne diyeceğimi bile bilmiyordum. Ne demeliydim? Ne diyecektim?
Belki de artık olması gerekeni değil olmasını istediğim şeye odaklanmalıydım.
Ona ne söylemem gerektiğini değil, ona ne söylemek istediğimi düşünmeliydim.
Bu bencilce olur muydu?
Hayır. Bunun önemi yoktu. Sadece ona sormam gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AILUROPHILE | Minsung ARA VERİLDİ
RomanceAilurophile* kedileri fazlasıyla seven bireylere denir. Sevgilisiyle Japonya'ya tatile giden Minho, üç kedisine bakması için genç bir bakıcı tutar. Ancak bu bakıcıya güveni yokur. Bu yüzden tatile gitmeden, ve sevdiği üç kedisini bu tuhaf adama bıra...