"Islak ıslak yürüyoruz ve en son olması gereken şey bu... Sana bunları yaşatmak hedefimde yoktu Hyunjin." Gözleri bana dönükken ağacın ardına geçmişti. Derhal buralardan gitmemiz gerekiyordu ama nasıl yapacaktık ikimizde bilmiyorduk. Aklından geçenleri her ne kadar çözmeye çalışsam da, zorlanıyordum bu konuda.
"Seungmin hyung... Belki de kızlar, hepsi bize yardım edebilirler ama..." Sözüm yarıda kesildiğinde anlamış gibi tamamlamaya kalkmıştı.
"Ama onlara ulaşmamız çok zor." dedi yavaşça doğrulduğunda. Kayalıkların, daha doğrusu uçurumun ardında kalan sık ağaçları atlatmıştık ama bu iyi miydi kestireneniştim. Rahatça gizlenebileceğimiz alan kalmamıştı.
Rüzgar sert bir şekilde arada yağmur damlalarını yüzüme vururken, bir yandan da düşünüyordum. Güneyde kalıyorsak Seungmin hyung'un evi de bizim kuzey batımızda kalmış olmalıydı. Saray ise tamamen doğu da, bize uzak bir yerdeydi.
"Dün, Seungmin ile aksi bir hâl durumunda buluşuruz demiştik ama, neresi olduğunu konuşmamıştık bile. Öldüğüme inanmayacak kadar zeki bir vampir o."
Gülümsemesi şu halimle bile içimi yakarken eşlik etmiştim bende. Bu durumda görmek, gerçekten iyi gelmişti.
"Bebeğimiz ne çok macera yaşadı ha..."
Elimi sıkıca tuttuğunda eğilerek bir çalının arkasında durmuştuk ve belli belirsiz öpmüştü dudaklarımı. Şaşırsam da aynı şeyi bende ona yaparak karşılık vermiştim.
"Şimdi ne yapacağımızı biliyorum ama Seungmin benim yakınım olduğu için onun evi güvenli sayılmaz... Aklıma tek güvenli gelen yer Han'ın yanı. Çok gizli bir yerde neticede."
Duyduğuma hak vererek başımı göğsüne yaslamış ve derin bir nefes almıştım. Üşüyordum ama hiçbir şeyden önemli değildi. Saçlarım da çok kötüydü büyük ihtimalle ama ikimizde komik durumda olduğumuz için umursamıyorduk.
"Bir aşçının çocuğu ne hâle getirdi seni, Lee Felix..."
Gözlerime parlayan kırmızı gözleriyle baktığında sakinlikten ve tatlıkıktan öte, sahiplenici ve kurnaz bir şekilde gülümsemişti. Dudakları bir süre kımıldamamıştı ama en sonunda bir şey demek istiyor gibi açıldı.
"Aşık oldum."
İçim titrerken elimi onun yüzüne çıkarmış, yavaşça okşamıştım yanaklarını. Bu adam kesinlikle benim prensimdi.
"Ben daha çok." diye ekledim lafının üstüne. Yavaşça yaslandığım yerden kalkmış ve dudaklarını öpmüştüm. Yinede şimdi gitme zamanıydı, sona bırakmalıydık bunları.
"Han'ın evi ormanda kalıyor... Sağ tarafta değil mi?"
Başıyla sesszice onaylarken o yola doğru arkasından geçmeye başlamıştım. Bu kılık kıyafetle kılık değiştirsek bile fark edilirdik zaten. Tek temennimiz oraya güvenlice varmaktı.
"Ormanın içinden direkt gidersek yolda duran askerler ve köylülerden kurtulmamız daha olası. Yolları kullanmamamız ve çok sessiz olmamız gerek. Olabildiğince yaprakların üstüne bas, hatta taşların. Ayak izi bırakma çamurlu havada. Birde şu kokularımız olmasa..."
Düşünmeye başlamıştım, kokumuzu ne bastırabilirdi?
Tabi, burada bastırabileceğimiz bir şey olduğunu sanmıyordum.
"Tek çare gerçekten de Jisung gibi duruyor, o bize yardım eder. Gerçi orası da muallak ama eder gibi.."
"Bence eder." dedim bir ağacın arkasıdan diğerine geçerken. Ormanın tamamen içine girmemize çok az kalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Black Prince//Semelix
Fiksi Penggemar"𝑮𝒐̈𝒛𝒍𝒆𝒓𝒊𝒏𝒊𝒛 𝒄̧𝒐𝒌 𝒈𝒖̈𝒛𝒆𝒍 𝑷𝒓𝒆𝒏𝒔𝒊𝒎." "𝑮𝒐̈𝒛𝒍𝒆𝒓𝒊𝒎 𝒔𝒂𝒏𝒂 𝒃𝒂𝒌𝒂𝒓𝒌𝒆𝒏 𝒈𝒖̈𝒛𝒆𝒍 𝑯𝒚𝒖𝒏𝒋𝒊𝒏."