GİRİŞ

61 10 4
                                    

╰┈➤ Bir kurşun ve bir cehennem. Şimdi kaç kaçabilirsen cehenneminden.

___

Yandığımı hissettim. Diri diri yandığımı hissettim. Geriye küllerimin bile kalmadığını. Yanarak koca bir hiçliğe dönüştüğümü. Tüm varoluşumu kaybettim. Cehennem ateşinden bile daha sıcaktı hisslerim ve öfkem.

Kayıplar geri getirelemezdir. Arkasından bir ömür boyu tutulacak olan yas ise asıl kayıptır derdi Rüya Öztamur. O zamanlar kulak ardı ederdim tüm söylediklerini. O zamanlar mantığa ihtiyaç duymazdım çünkü. Hissler daha baskın bir hakimiyet sürüyordu aklımda.

Ancak şuan hisslerimi yandığım o cehennemde yakarak kaybetmiştim. Duygularım diri diri yandığım o gecede diğer bütün benliğimle birlikte yanarak hiçliğe karışmıştı. Aklımsa kullanabileceğim tek silahımdı. Benimle kalan son parçam. Tek bir kurşun kalmıştı geriye ama yakılacak çok fazla insan.

Kaybettiğim sanılan her anı ise burunlarından fitil fitil getirecektim. Yandığım bu cehennem ateşinde onlarıda yakacaktım. Ne de olsa cehennem büyürken, günahlar işlenmeye devam ediyordu. Sonsuz bir döngüydü bu. Kimsenin kırmaya gücünün yetmediği, sonunu getiremediği bir döngü. Ve en az bir kez bile olsun kendinizi o döngüde bulduğunuzda kaçınılmaz son gelmiştir. Çünkü siz ne kadar her defasında bu son desenizde günahlar işlenmeye devam edecek, bu son demeleriniz bitmeyecekti.

Rüya Öztamur iyi bir anne olmayabilirdi ancak iyi bir gözlemci ve yöneticiydi. Anne bile olmak onun fikri değildi, buna mecbur bırakılmıştı. Ailesi bunu ona mecbur bırakmışdı. Hemde 18 yaşına basar basmaz. Katı bir Müslüman ailesinde doğup büyüdüğünden katı kurallarla yaşamak zorunda kalmıştı hayatının 18 yılını.

18. Yaş gününde babası önüne bir adam çıkarıp onunla evlendirmiş ardından onu o adamla birlikte bırakıp gitmişlerdi. Çünkü artık onların kızı değilde bir başkasının eşiydi. Evlendiği adamsa Rusya'da bir kuruluşun adamı olduğundan hamilelik sürecini orada geçirmişdi. Eşi Vladimir Öztamur ben doğduktan 20 gün sonra çalıştığı kuruluş için yaşamından vazgeçmişti. Sadakat onun için en önemli ilk şeydi diye bahsederdi annem Rüya Öztamur ondan.

Annesi Rus, babası Türk olduğundan yarı Rus, yarı Türk'dü Vladimir Öztamur. Nelerle uğraştığı, hangi kuruluşda, ne için çalıştığıysa her zaman sanki devlet sırrıymış gibi gizliydi. Kendi karısına bile anlatmazmış bunu. Annemse hiç bir zaman sormazmış. Gözlemler ve ihtimal sonuçlar çıkarırmış hal ve tavırlarından, konuşmasından, bağımlılıklarından. Alkol ve sigara bağımlılığı varmış. Bir gün bile içmese evde çok büyük kavgalar çıkartıyormuş.

Kontrolü hiç bir zaman sağlayamadı, dengeyi hiç sabit tutamadı ve bu onun sonu oldu dediğini hatırlıyordum annemin. Sözleri aklımda bir boşluk bulmuş ve orayı hiç terk etmemek üzere sahiplenmişti.

Bir kere bile onu anarak ağladığını, aslında onu bir kere bile olsun ağlayarak görmemiştim.

Ölüm sebebi hiç bir zaman vazgeçemediği sadakati uğruna olmuştu. İsmini dahi bilmediğim o kuruluşdan Vladimir Öztamur'un vazgeçmeyişiyle ve en sonunda öldürülmesiyle son bulunmuş bir sadakat cinayetiydi. Annemin bunu öğrenmesiyse, polisler tarafından ona bildirilmesiyle olmuştu. O zamanlar annem sadece kendisini ve beni düşündüğünden her şeyini arkada bırakıp, hiç bir şeyin peşine düşmeden Vladimir Öztamurdan ona kalan paralarla Edinburgh'a yerleşmişti. Orada daha fazla kalması onunda ölümünü daha çabuk kılabileceğini düşünmüştü.

Vladimir Öztamur'un mezarıysa Rusyanın hiç tanımadığım bir mezarlığındaydı.Meraklısı değildim. Hiç bir zaman olmamıştım. Doğru düzgün bir anneye sahip olmadığımdan bir babayı düşünmek aklıma bile gelmiyordu.

18 Yaşımda ellerimde taşıdığım bu kan, Rüya Öztamur'un kanıydı. Yaşamım boyu gördüğüm en koyu kırmızı. Kendi evinde, kendi yatağında yatarken boğazına saplanmış bir kurşunla öldürülmüştü Rüya Öztamur. Bir hiç uğruna kurban gitmişti. Eve geldiğimde artık kan kaybından ölmüştü bile. Kendi kanında ölmüştü. Böyle bir sonu hiç hak etmeyerek ölmüştü. İçimdeki yangın heryerimi sarmışken bana öfkemi harmanlamaktan başka hiç bir katkısı yoktu.

Parmaklarıma bulaşmış olan onun kanına bakarken gözlerim yastığının kenarına bırakılmış olan not kağıdına ve üzerindeki yazıya kaydı. Ömrümün sonuna kadar unutamayacağım o yazıya. Her hatırladığımda içimdeki yangını harlayacak olan o yazıya.

Kaybettin.

Tek bir kelime ve alınan bir yaşam. Değersiz bir hayatmışcasına.

Ne uğruna? Kafamdaki tek soru. Cevabını bulamadığım tek soru.

8 Ocak gecesi arkadaşımın doğum günü partisinden eve dönerken gördüğüm bu kabus artık beni bambaşka biri yapmıştı. Hiç bir zaman dönüşmek istemeyeceğim birisine dönüştürmüştü. Ocak ayından nefret ediyordum. Gecelerden nefret ediyordum. Silahlarsa intikam ateşi sönmeyene dek tek dostum olmuşlardı. Düşmana kendi silahıyla karşılık vermeliydin. Kendi oyununda kendi tuzağına düşmeliydi.

Şimdi hissettiğim yangın ya beni yakacaktı, ya da annemin ölümüne sebep olan herkesi ve ben her zaman ikinci seçenekleri daha cazip bulurdum.

Acını kimseye belli etme, güçsüz sanmasınlar. Zaaflarını onlar yok etmeden önce yok et ki, yok edecek bir zaaf bulmasınlar. Yürüdüğün yolda ayak izini belli etme ki, varlığını bile bilmesinler. Emin olduğun zamanda onları kendi ateşinde boğ ki, onlar seni daha önce o ateşte boğmasınlar.

KAYIP DÜĞÜMLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin