"Sen iğne getirdin,
Ben de dikiş ipliği.
Yani seninle birlikte
Kırık kalplerimizi onarma niyetindeydik
Ama bir de ne görelim:
Biz onları birbirine dikmişiz."
Bizi bizden götüren bir diğer şey zamandı.
Gözlerim saatte oyalanmaya başladı. Yelkovan akrebi takip etti, akrep ise arkasına bile bakmadan kaçtı. Ama yelkovan onu bırakmadı. Her zaman takip etti. Bıkmadan usanmadan. Çünkü eninde sonunda günde iki kez tam ortada birbirlerine kavuşuyorlardı. Belki bundandır bizim bu hayattan vazgeçmeyişimiz. Belki de sonunu bile bile yaşamak isteyişimiz bundandır.
Sandalyemde otururken sıradaki hastamı beklemeye başladım. Kısa bir süre sonra ise içeriye ellilerinin sonunda bir amca girdi. Hemen ayaklanıp yanına yaklaştım. "Nasılsın Amca? Neyin var?" Amcanın yüzüne baktım. Acıyla yüzünü buruşturdu. "O gavurların peşinde koşacağım diye elimin üzerine çok kötü düştüm, Doktor Hanım." Gavurlar mı? Onlar da kim oluyordu?
Amca aklımdan geçeni anlamış gibi yavaşça kafasını salladı. "Çakallar, Doktor Hanım. Çakallar. Bugün gelip hayvanlarıma saldırdılar." Şaşırmadan edemedim. Bu yaşta çakalların peşinden mi koşmuştu? Helal olsun, valla. Ben şuradan şuraya su almak için iki adım yürümeye üşeniyorum, amcada ki azme bak. Gerçi neye şaşırıyorsam, burası bir köy yeriydi. Her an her yaşta, her türlü belaya hazırlıklı olmak gerekirdi.
"Şu sedyeye geç otur, Amca. Hemen acını çözelim." Dediğimi yaptı, yavaşça ilerleyip sedyeye oturdu. Arkasından onu takip ettim, yanına yaklaştım ve konuşmaya başladım. "Elini uzat, Amca." Elini avucuma koyup acının tam olarak nerede olduğunu anlamaya çalıştım. Yer yer bastırmaya başladım. "Burası acıyor mu?" Dedim kemiğe bastırarak. "Acımıyor, Doktor Hanım."
"Peki ya burası?" Etine bastırdım elimi bu sefer. Yerinde anında sızlandı. "Çok acıyor orası, Doktor Hanım." Kafamı salladım yavaşça. Tam ağzımı açıp ona ne olduğunu söyleyecektim ki o konuşmaya başladı. "Ne olmuş, Doktor Hanım? Kırılmış mı? Vay başıma gelenler! Çatlamış mı? Of anam of! Ne? Yoksa elim kopmuş mu?" Telaşlanan adama gözlerimi sonuna kadar açarak baktım. "Ne kopması amcacım, sadece etini biraz zedelemişsin o kadar. Korkulacak bir şey yok."
Masama doğru ilerlemeye başladım. Arkamdan beni takip etti ve sandalyeye yerleşti. "Beni korkutmamak için söylemiyorsunuz değil mi?" Sandalyeme oturdum ve amacaya baktım. Sır verecekmiş gibi bana biraz yaklaştı. "Elim koptuysa bana söyleyebilirsiniz, Doktor Hanım. Aramızda kalır." Bilgisayarımı açtım. "Amcacım kafanı aşağı eğip eline bakabilirsin." Kafasını eğip eline baktı. Derin bir oh çekti. "Gördüğün ve gördüğüm kadarıyla elin yerinde."
Zedelenme için en uygun kremi bulup amcaya uzattım. Bir de sargı bezi verdim. "Bak amcacım, her gün elini en az on dakika sıcak suda bekletiyorsun. Daha sonra ise bu zedelenme için olan kremi güzelce masaj yaparak eline sürüyorsun. En sonda ise bu sargı beziyle elini bir güzelce sarıyorsun. Bu da ağrın çok olursa diye ağrı kesici. Bunları yaparsan elin bir hafta içinde eskisinden daha iyi olacaktır. Geçmezse eğer uğra yanıma, daha güçlü merhemler yazarım."
"Allah senden razı olsun, Doktor Hanım."
"Hepimizden amcacım." Dedim gülümseyerek.
"Adını söyler misin sakıncası yoksa kızım? Bir dahakine seni bulmam daha kolay olur. Gözlerim pek iyi görmüyor. Kapıdaki yazıları okuyamıyorum." Memnuniyetle dercesine kafamı salladım. "Adım, Umay Güneri." Kapıya doğru seslendim. "Parla, buraya bir bakabilir misin?" Kapı anında ışık hızıyla açıldı. "Buyurun, Umay Hanım." Amca'ya baktım. "Amcacım senin adın neydi?"
"Ali," dedi manidar bir gülümsemeyle.
"Parla, bugünden sonra Ali Amca ne zaman buraya gelirse hemen benim odamı bulmasında ona yardımcı oluyorsun, anlaştık mı?" Kafasını hemen salladı. "Memnuniyet duyarım, Umay Hanım. Ali Amca, gel ben seni geçireyim." Ali Amca ayaklandı. "Sağ olasın kızım. Çok teşekkür ederim."
"Ne demek, görevim. Ne zaman ihtiyacınız olursa uğramayı unutmayın."
Kafasını salladı ve son kez bana bakarak odadan Parla ile beraber çıktılar. Oda sessizleşince bilgisayardaki işlerimi halletmeye koyuldum. Belgeleri düzene soktum ve hasta listesini inceledim. En sonunda ise bugünün haberlerine bakmaya başladım.
Teröristler yine can almaya devam ediyor, Mehmetçikler elinden geleni yapıyor.
Haber başlığını görünce habere girdim ve tam göz atmaya başlayacaktım ki telefonum çalmaya başladı. Gözlerimi bilgisayardan ayırıp masanın en ucunda olan telefonuma uzandım. Arayan kişiye baktım. Gördüğüm kişiyle gülümsedim. Ceyda arıyordu. Telefonu açıp hoparlöre aldım. "Güzellik?" Dedim mutlu bir sesle. "Neyse buna da şükür, daha unutulmamışız."
"O nasıl söz kızım? Seni unutmak mümkün mü?"
"Sen aramıyorsun bari be arayayım dedim." Sesinden anlayacağım üzere beni özlediği belli oluyordu. Bende onu özlemiştim. "Biliyorsun burada işler yoğun ve karmaşık. Eve gidecek zamanı bile bulamıyorum, bazen burada küçücük koltuğa kıvrılıp uyuyorum. Hayat burası için çok zor. Ben de seni çok özledim."
"Anladım canım, işin varsa tutmayayım ben seni."
"Şu anlık boşum ama-" Diyordum ki içeri Parla girdi. "Artık değilim, şansına küs." Kahkahasını duydum. "O şans bizi bulmuyor ki bir türlü. Bulsa zaten. Dünyanın sonu geldi demektir."
"Öyle deme."
"Demiyorum tamam." Kapatmadan önce hızla konuştu. "Biliyorsun bu hafta sonu doğum günüm var, geleceksin değil mi? Bak sakın hayır deme veya demeye çalışma. Geleceksin o kadar. Hadi öptüm görüşürüz." Dedi ve ben daha cevap veremeden yüzüme kapattı. Sanki burada boş eşeğin başı vardı. İşimiz vardı herhalde. "Hanımefendinin tuzu kuru tabii, evde yan gelip yatıyor. Bu ışıltılı doktor hayatını ben seçmedim. Tamam, biraz ben seçmiş olabilirdim."
Parla'nın burada olduğunu hatırlayınca ona döndüm. "Kusura bakma." İçtenlikle gülümsedi. "Sorun değil, Umay Hanım. Öğlen yemeğine beraber gidelim mi diye soracaktım." Ona teşekkür ederim dercesine bir bakış attım. "Kendimi hiç aç hissetmiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARABE KALPLER VE İNCİ TANESİ
Teen Fiction"Hayalet," dedim. Hayalet. Hayalet. Hayalet. "Ben senin arkandan ağlarım, çok ağlarım. Kurşunların önüne düşünmeden atlama. Çünkü arkanda ağlayacak olan ben varım."