Kurşunların önüne düşünmeden atlama.
Çünkü arkanda ağlayacak olan ben varım.
Şimdi soruyorum kendime. Bunu söylemeye gerek var mıydı? Gerçekten de Umay, adam sana öyle bir bakıyor ki görende sanacak karşısına geçip aşk itirafı yaptık. Alt tarafı ona, onu önemsediğimi söyledim. "Bundan ne gibi bir anlam çıkarmam gerekiyor?" Kalın sesi kulaklarıma ulaştığında ne söyleyeceğimi bilemedim.
Bir şey söyleme ve sadece bize bak.
Kes sesini, iç ses. Sus ve uzaklaş.
"Arkadaşlarınız söyledi, gördüğünüz her kurşunun önüne düşünmeden atlıyormuşsunuz. Sadece söylemek istedim." Bana öyle bir bakıyordu ki her an ruhumu delip karşı tarafa geçebilirdi. "Beni önemsediğinizi mi söylemek istediniz?" Kollarımı göğsümde birleştirdim. Başımı sağ omzuma doğru eğdim. "Türk Askeri, bizim kıymetlimizdir. Ayağına taş değsin dünyayı yakarız. Önemsenmediğinizi hissetmeyin, arkanızda benim gibi ağlayacak olan milyonlar var."
Sessizleşti. Doğrulmaya çalıştı. Ona yardımcı olmak için anında ayaklandım. Eline destek oldum. Bu tutuşumla kısa bir an dondu kaldı. "Yardım edeyim ben size." Sırtını arkasına yasladı. "Diğerleri nerede?" Arkadaşlarından bahsediyor olmalıydı. "Emre Bey ve Anıl Bey'den mi bahsediyorsunuz? Kendileri kahve alacaklarını söyleyip dışarıya çıktılar. Tahminimce bir iki dakika içerisinde burada olurlar."
"Bey mi?" Dedi kısık bir sesle. "Bey ne lan?" Kafamı ona yaklaştırdım. "Bir şey mi dediniz veya bir şey mi istediniz?" Dudağının bir tarafı ukalaca yana kıvrıldı. "Tanışmışsınız. Ona biraz şaşırdım." Kenardaki sürahiden bardağa su doldurup ona baktım. "Evet, sizin aksinize çok insan canlısı olduklarını söyleyebilirim."
"Af buyur?" Dediğinde bu haline kendi kendime güldüm. "Bir şey demedim ya. Su içmek ister misiniz?" Anlamayan bakışları benim üzerimdeydi. "İsterim!" dedi düz bir sesle. "Sağlak mısınız yoksa solak mı?" Anında cevapladı. "Solak."
Bardağı ona uzattım. "O zaman kendiniz içebilirsiniz, değil mi?"
"İçemem."
"Neden içemezsiniz?"
"Yaralıyım."
"Bildiğim kadarıyla sol değil sağ kolunuz yaralı, yani bu kendinizin su içmesine engel değil. Yanılıyor muyum?"
"Evet, bir konuda yanılıyorsun." Dedi gözlerimin içine bakarak.
"Nedir o?"
"Su içmek istiyorum ama kendim değil," Dudağının bir tarafı yana kıvırıldı. Bu sefer içtenlikle. "Senin ellerinden içmek istiyorum." Bakışlarım şaşkınlığa büründü. Ne demişti o? Konuşmaya devam etti. "Beni yanlış anlamayın. Elleriniz şifalıymış, öyle duydum. Herkes sizden bahsediyor. Buralarda çok seviliyorsunuz sanırım."
"Öyle galiba." Suyu işaret etti. "Ha? Evet su, içireyim." Dedim ve ona yaklaştım. Su bardağını dudağına yasladım. Kana kana içmeye başladığında içimi nedensizce bir huzur doldurdu. Ben bardağı tutarken sol elini elimin altına koydu ve daha rahat içmeye başladı. Gözlerime bakmaya başladı. Tam o su içerken kapı bir anda açıldı ve elimdeki bardak heyecandan yere düştü. Bardak tuzla buz olurken kapıdan girenlere baktım. Anıl ve Emre gelmişti. Doğrudan bana bakıyorlardı. "Umay hanım, iyi misiniz?" Dediğinde Emre bana doğru yaklaştı. "Sizi korkuttuk mu?" Kenardan Hayalet'in sert sesini duydum.
"Kapıya iki tık tık yapmak bu kadar mı zor? Kapısız köyden mi geldiniz lan!" Neden kızmıştı ki şimdi? Anıl anında ellerini havaya kaldırdı. "Tamam, sakin ol. Biraz önce operasyon geçirmiş birine göre çok sinirlisin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARABE KALPLER VE İNCİ TANESİ
Teen Fiction"Hayalet," dedim. Hayalet. Hayalet. Hayalet. "Ben senin arkandan ağlarım, çok ağlarım. Kurşunların önüne düşünmeden atlama. Çünkü arkanda ağlayacak olan ben varım."