Sevdim mi kendime soramadım,
Korkularımdan mı soramadım,
Yaralarımı mı saramadım?
Bilmiyordum...
Karşımda her an sinirden üzerime atlayacakmış gibi bakan adama baktım. Burada ne işim mi vardı? Gerçekten de soruyor muydu bunu? Öyle çayır çimen gezmeye gelmiştim! Ya sabır! Gözlerimi kırpıştırdım. Benden hala bir cevap bekliyor gibi bakması daha da gerilmeme neden oluyordu. Sessizliğime dayanamayarak en sonunda o konuşmaya başladı.
"Hala bekliyorum, Umay ve şunu da bil. Ben hiç sabırlı bir adam değilimdir." Anıl ve Emre kenara pusmuş meraklı gözlerle bizi izliyorlardı. Galiba burada film çeken onlar değildi, bendim. Burada bir film çekiyorsak başrolü ben olmalıydım. Oturduğum sandalyeden ayaklandım. "Ne işim varmış gibi görünüyorum?"
Durur mu, lafı hemen yapıştırdı. "Belanı aramaya gelmiş gibi görünüyorsun."
Kaşlarımı çattım. Ne diyordu bu adam? Kollarımı göğsümde birleştirdim. "Valla siz gelene kadar her şey gayet de yolundaydı." Boynundaki damarlar belirginleşmeye başlamıştı. Ne oluyor buna ya? Yeniden sinirlenmeye başlamıştı. "Adamlar sıra olmuş lan kapında!"
"Yaralarına baktırmak için. Hepsi ellerini kesmiş."
Sinirleri artık patlamıştı. "Yaralarını sikeyim ben onların!" Diye gürledi. Yüksek çıkan sesinden dolayı bir anda ürktüm. Sabahları bir koli yumurta içmiyorsa bende bir şey bilmiyordum. Ürktüğümü fark etmiş gibi gözlerini kıstı. Sesini alçalttı. "Dertleri yara falan değil, seni görmek."
"Ya ne bu sinir? Sana ne! Benim işim bu. Hasta gelir, ben bakarım. Bu kural böyledir. Sana bunu sorgulamak bana da görevimi yerine getirmemek düşmez." Elimle ensemi ovuşturmaya başladım. Gözleri boynumdaki elime takılmıştı ama devam etti. Huylanıyor muydu bu? İçten içe güldüm. "Hastaymış! Hastanın sende yarı bende ayrı anlamı var biliyorsun değil mi?" Elimle ensemi ovuşturmaya devam ettim. Eliyle ensemi işaret etti. "Yapma şunu."
"Sorun ne?"
"Ensemden huylanırım." Onun hakkında öğrendiğim ilk şeydi ve asla son olmayacaktı.
"Abi, tamam sakin ol. Kadın keyfine gelmemiş herhalde. İşini yapmaya gelmiş." Anıl'ın konuşmaya başlamasıyla dönüp ona hak verdim. Ağzından bal damlıyordu valla. "Başka iş yapacak yer mi kalmadı koca dünyada? Neden askeriye!"
Ona döndüm. "Keyfimize gelmedik herhalde. Zorunlu görevim buraya çıktı. Haftanın iki günü buradayım." Odanın içinde volta atmaya başladı. Üçümüz de durmuş şaşkınlıkla onu izliyorduk. "İki gün," Diye mırıldandı. Kendi kendine konuşuyor olmalıydı. "Koskoca 48 saat. Bir sürü dangalak, korumam gereken kıymetli." Sonlara doğru sesi kısılmıştı ve tam da anlayabildiğim söylenemezdi.
"Ya, hem sana ne oluyor?" Dediğimde kendimi hemen düzelttim. "Pardon, size?" Dişlerini sıktı. Çenesinde çıkan kemikleri dışarıdan çok da güzel bir şekilde görülebiliyordu. Tamam, çok az bir şey tırsıştım. Çünkü çenesini sesli bir şekilde gıcırdatmıştı. Yerime pustum. "O aramıza koyduğun ve benim hiç de hoşuma gitmeyen saçma sapan resmiyeti aramızdan at!"
"Bana bağırma!"
"Bağırmıyorum!"
"Bağırıyorsun!"
"Benim sesimin ayarı böyle!"
"Dikkat et o zaman sesinin ayarına, çünkü bağırıyorsun!"
"Tamam yeter," Dedi Emre. "İkinizde bağırıyorsunuz." Ona kötü kötü bakmaya başladım. Bu adamın sesinin ayarına acil müdahale etmem gerekiyordu. Yüksek sesten asla hoşlanmazdım ve konuşulan ortamdan da bir an önce uzaklaşmak isterdim. Uzaklaşamayacağım bir ortamda isem kulaklığımı takar bir köşeye otururdum. "Arkadaşınız olacak mağara adamına söyleyin, bana karışmasın. Mümkünse mağarasına geri dönsün."
Üçü de şaşkınlıkla bana baktı. "Mağara adamı demek ha? Benim mağarama dönmem demek senin de benimle gelmen demek. Şimdi söyle, hala gitmemi istiyor musun?" Bu adamla aynı ortama gitmek mi? Iyyh, bir uzak dursun. "Evet," dedim ama yine de. "Doğru söze ne denir." Anıl ve Emre hunharca gülmeye başladıklarında dayanamadım ve bende güldüm. "Gülmeyin lan!" Dediğinde Anıl ve Emre kısık sesli gülmeye devam ettiler. Bana ise, karışmadı. Sen gül demek istedi sanırım, sadece sana onayım var.
Veya ben öyle anlamak istedim, bilmiyorum.
Gülüşüme baktığında o da gülmeye başladı. Dudağının bir tarafı yana kıvrılmıştı. "Abi, ne yapalım ama şimdi, kadını geri mi gönderelim? Zorunluluktan burada. Hem en güvenli kollarda. Türk askerinin yanında. Koruruz biz, en fazla ne olabilir ki?" Emre'nin oldukça mantıklı cümlesiyle bakışlarımı ona çevirdim.
Gözleri bana değdi. İç çekti. Koyu yeşil gözlerinde anlamlandıramadığım bin bir türlü duygu geçiyordu. Bana bir şey olmasından korkuyordu. Herkese karşı tutumu böyle olmalıydı. Bana neden olsun ki? "Koruyacağım," dedi kendinden emin bir sesle. "Gözümün önünden bir saniye bile ayrılmayacaksın, Elma Yanak."
Elma yanak mı? Ellerimle yanaklarımı yokladım. "Sensin elma yanak!" Dedim ani bir çıkışla. "Çocuk muyum ben ya? Senin dediklerini mi yapacağım? Otur Umay, kalk Umay, peşime takıl Umay, bir adım arkamdan gel Umay. Bunları mı diyeceksin bana? Git askerlerini eğit sen. Daha iyi anlaşırsınız."
Yanından bir hışımla geçip gidecektim ki kolumu anında yakaladı. Dokunuşuyla titredim. Böyle hissettirmemeliydi. Doğru gelmiyordu. "Nereye?" Çok doğru bir soru sormuştu. Tam üzerine bastın koçum. Harbi Umay, nereye? Askeriyeyi biliyor musun da elini kolunu sallaya sallaya gezeceksin? Haklıydı. Sessiz kaldım. Gülüşünü dudaklarını birbirine bastırarak sakladı. "Benim halletmem gereken birkaç iş var. Anıl ve Emre sana burayı gezdirsinler." Gerçekten de çocuk muamelesi görüyordum. "Arkadaşlarımın ellerini de tutayım mı, ister misin?" Anıl ve Emre onu kafasını anında sallayarak onayladı. Sözlerimle sırıttı. Kolumu ondan kurtardım.
Garipti, yanlıştı ama güzel hissettirmişti. İnkar edemezdim.
Arkasını dönüp gitmeden önce son kez bize döndü. "Ne yapacağınızı biliyorsunuz," Gözleri bana döndü. "Size emanet."
"Merak etme iki saniye de elimizden kaçırmayız. Gözümüz gibi bakacağız." Gözleriyle onayladı ve tekrar önüne dönüp asker adımlarıyla ilerlemeye başladı. Başı dik, omuzlar açık, adımları korkutucu. Bir süre onun gidişini izledim. Kamuflajlarının içinde o kadar iyi duruyordu ki bakanın dönüp tekrar bakası gelecek cinstendi. Heybetli vücudu, sırtı, ellerini yumruk yapışı. Hepsi o iki dakikada aklıma kazınmıştı. Bizim Hayalet'i dikizlemekten aldığımız min keyif.
"Gidelim mi, Umay?"
Kafamı salladım. Düşüncelerimden sıyrıldım. Dalmışım arkadaş, birinizde dönüp uyarmıyorsunuz. Ayıp yani. "Gidelim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARABE KALPLER VE İNCİ TANESİ
Teen Fiction"Hayalet," dedim. Hayalet. Hayalet. Hayalet. "Ben senin arkandan ağlarım, çok ağlarım. Kurşunların önüne düşünmeden atlama. Çünkü arkanda ağlayacak olan ben varım."