12.Bölüm: Kaybedilenler ve Sonucunda Kazanılanlar

8 2 2
                                    

 "Kalbindeki çiçekleri sulamayı unutanBirisi için her sabah güneş çizemezsin

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.



"Kalbindeki çiçekleri sulamayı unutan
Birisi için her sabah güneş çizemezsin."

Sessizliğimiz hâlâ devam ediyordu ve ortamı sadece televizyondan gelen haber sesleri dolduruyordu. Nefesimin daraldığını hissettim. İyi miydi? Ona bir şey olursa ne yapardım? Yaşayamazdım. Hem daha ona onu sevdiğimi bile söylememiştim ki.

Zaman yitip gider, beraberinde anıları da götürür, onlara sarılanlar bu dünyanın en şanslı yıldızıdır.

"Nasıl?" Bir fısıltı eşliğinde dudaklarımın arasından çıkan kelime buz gibi ortama yayıldı. Muhabir devam etti. "Şu anda helikopterin düştüğü alandayız. Görünüşe göre büyük bir kazaya benziyor. Ekipler şu anda burada. Birçok ambulans geldi ve gelmeye de devam ediyor."

Sunucu konuştu. "Ölü var mı veya kaç yaralı var?" Gözlerim kısıldı. Ölü varsa dese ne yapardım? Yaşayamazdım. "Olayın akıbeti tam olarak bilinmese de, gördüğüm kadarıyla üç yaralı asker var birinin durumu ciddi. Ölü yok."

Birinin durumu ciddi, sözü kafamda dolanıp durdu. Nefes'in ayakta durmam için destek olduğu kolumu kendime çektim ve telefonumu aramaya başladım. Masanın üzerinde olduğunu görünce hızlı adımlarla ilerleyip telefonu elime aldım ve hiç düşünmeden numarasını tuşladım.

Aradığınız kişiye ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.

Annesinin buğulu gözleri benim üzerimdeydi. Aç lütfen diye fısıldadım içimden. Hayatta olduğunu bilmem gerekiyor. Tekrar tuşladım numarasını. Yine aynı ses kulaklarıma doldu.

Aradığınız kişiye ulaşılamıyor, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.

Sayısız kez aradım. Hepsinde de aynı yanıtı aldım. Telefon elimden kayıp düştü. Bir süre fark etmedim. Umurumda da değildi açıkçası. Haberlere gözüm değdi. Bir şeyler saçmalıyorlardı ama kulaklarım duymuyordu. Gözümden bir damla göz yaşı düştü.

En can alıcı yere.

Kalbimin üzerine.


🦋

Cehenneme dönen ortalıkta askerlerinin yanına doğru koşmaya başladı. Ayaklarında bir süre güç bulamadı. Ama o yıkılırsa hepsi yıkılırdı. Gözleri yerde yatan üç bedeni seçebiliyordu. "Polat," dedi bir askerin yanına çöküp. Yüzünü avuçlarının arasına alıp yavaşça sarstı. "İyi misin oğlum?" Başını belli belirsiz sakladığını gördü.

"İyiyim." Dedi zorlukla. "Yaram kötü mü komutanım?" Yarasına eğdi yavaşça bakışlarını. Kafasını hızlıca sağa sola salladı. "Hayır oğlum, sıyrık sadece. Çok kötü değil." Allah kahretsin ki çok kötüydü. Büyük bir demir parçası akciğerine saplanmıştı ve kan durmaksızın akıyordu. "O zaman neden bu kadar çok acıyor komutanım?"

"Sen nelere dayandın be oğlum, buna mı dayanamayacaksın?" Gözleri kayıyordu. "Dayan aslanım, ambulans geldi." Sağlık görevlilerine doğru gür bir sesle bağırdı. "Yarası ağır, çabuk buraya gelin!" Polat sırıtmaya çalıştı. "Hani sıyrıktı komutanım?"

"Ben ne dedim?"

"Yarası ağır dediniz."

"Sen yanlış duymuşsundur oğlum." Sağlık görevlileri koşarak onların olduğu alana geldi. Sedyeye Polat'ı yerleştirdiklerinde Polat komutanına döndü. "Komutanım ölürsem, kimse arkamdan çok üzülmesin olur mu? Ben her damlamı bu vatan uğruna akıtmayı seçtim."

"Saçmalama." Dedi hızlıca. "Ölürsen bir de ben seni öldürürüm." Polat dudaklarını kıpırdatmaya çalıştı. Gülmeye çalışıyordu ama dudaklarının arasından kısık sesli bir inilti bu girişimini yarım bıraktı. "Ölürken bile rahat yok mu komutanım?"

Türker bir şey diyemedi. Sağlık görevlileri Polat'ı hızlıca ambulansa bindirdi ve hastaneye doğru yol aldılar. Kafasını bir tarafa çevirdi. Habercileri gördüğünde kafasını başka tarafa çevirip diğer yaralı iki askerine koştu. Ahmet ve Can. Kardeşlerdi. İkisinin de en büyük hayali asker olmakmış. Aslında ilk önce Can olmak istiyormuş, Ahmet'de anca beraber kanca beraber diyerekten kardeşini yalnız bırakmaya gönlü razı gelmemiş ve o da asker olmuş. Yani Can Türker'e bir gün bahçede otururken böyle anlatmıştı.

"İyisiniz aslanlarım benim." Yaraları hafifti. Sadece yer yer morluklar vardı ve birkaç ezik vardı. Can sırıttı. "Ölmedim değil mi komutanım?" Yan tarafına döndü. "Lan oğlum öldüğümde bari beni rahat bırak. Tek başıma gideyim."

"Aynen şu an gittin." Dedi Ahmet düz bir sesle. Sağlık görevlileri geldiğinde Ahmet ve Can'ı da ambulansa doğru götürdüler. Anıl ve Emre'nin yanına geldiğini fark etti. "Haberciler salak saçma şeyler zırvalıyorlar."

"Telefonun açık mı?" Emre'nin sorusuyla kafasını sağa sola salladı. "Oğlum bak beni bile yüz kişi aramış. O derece diyorum bakın size. Hayranlarım çoğalmış."

"Salak salak konuşma." Anıl'ın ağzının içinde homurdanmasıyla Türker derin bir nefes aldı. "Ne diyormuş haberciler?" Elini beline koydu. Burun kemerini yavaşça sıktı. "Ölü yok ama her an olabilir, ortamda kopuk kollar ve bacaklar var, bence bu bir suikastti falan fistan." 

Umay kafayı yemiştir diye düşündü içinden. Öldüğünü sanmıştır belki. Telefonunu çıkardı cebinden. Açtı ve bildirimler ekrana hızla düşmeye başladı. Annesi aramıştı. Fazla dikkat etmedi. Biraz daha aşağıya kaydırdı ve gördüğü sayıyla kaşları havalandı.

1200 Cevapsız arama, 3400 mesaj.

Delirmişti. Kısa ve net.

"Görev ne olacak?"

"Biraz ileriye erteleyeceğiz." Dedi. "Buranın haberini almıştır. Ortalığın sakinleşmesini bekleyeceğiz." Başıyla onayladı ikisi de yavaşça. "Şimdi ne yapacağız?"

"Hastaneye gidelim."

Bir taksi çevirip hepsi bindi ve hastanenin yolunu tuttular. Telefonuna sıkça göz atıyordu, yeni bir mesaj geldi mi diye. Durmaksızın gelmeye devam ediyordu. Mesaj yazmak için ellerini hareket ettirdi.

İyiyim.

Durumunu özetleyen en iyi kelime buydu. Taksi hastanenin önünde durduğunda hepsi aşağıya indiler ve aynı saniyelerde telefonu hızla çalmaya başladı. Umay'ım ❤‍🩹. Telefonu biri görmesin diye iyice kendine yaklaştırdı. Emre'nin imalı bakan gözlerini gördü. Anıl'da eş zamanlı olarak sırıttı. "Siz içeri gidin, ben birazdan geliyorum."

Anıl önden ilerlerken Emre'nim ona bakarak sırıtmasıyla kaşları çatıldı. "Tabii tabii, sen konuş Umay'ınla." En ters bakışını attı Türker. Emre imayı havada kaptı ve koşarak Anıl'a yetişti. Derin bir nefes alıp verdi Türker. Yavaşça aramayı cevapladı ve telefonu kulağına dayadı. Endişeli sesini duydu.

"Türker!" Dedi aşık olduğu ses. İçi titredi. "İyi misin?!" Sarılıp hiç bırakmamak istiyordu. Ne haldeydi kim bilir? Haberleri izlediyse delirmekten beter olmuş olmalıydı. "İyiyim." Nefesini sakince verdiğini hissetti. "Allah'ım sana şükürler olsun." Daha sonra ise devam etti. "Beni kandırmıyorsun değil mi? Helikopter düşmüş."

"Bizim önümüzden giden ekip."

"Yaralı kaç tane? Durumları nasıl?"

"Üç yaralı. Biri ağır ikisi hafif." Bir süre sessizce beklediler. Soluklarında sakinleştiler. Türker elinde olsa telefonun içine girip yanına gidecekti ama yapamıyordu. "Ne zaman döneceksin?" Bunun cevabını kendisi de bilmiyordu. Yalan söylemek de istemiyordu. "Bilmiyorum," dedi düz bir sesle. "Özledin mi?"

"Özledim." Dedi Umay bütün netliğiyle. Türker böyle bir cevap vermesini kesinlikle beklemiyordu. "Özledin yani beni? Neden?" Otuz iki diş sırıtıyordu. Dişini alt dudağına geçirdi. "E," diye mırıldandığını duydu Umay'ın. "Çünkü ben seni-" Türker bir anda heyecanlanmıştı. "Çünkü sen beni ne?"

"Önemsiyorum."

Cevap kesinlikle yeterli değildi Türker için. Cevabın bu olmadığını da adı kadar iyi biliyordu. "Sadece beni önemsediğin için mi beni özledin?" Sıkıntılı bir nefes duydu karşıdan. Birkaç ses daha duydu ama ne olduğunu anlayamadı. Sanırım başka bir odaya geçmişti. "Delirdim sana bir şey oldu diye. Öldün sandım. Neden bana haber vermeden gittin?"

"Gözlerindeki ifadeyi görürsem gidemezdim."

"Nasıl bakıyorum ki?"

Cevap vermedi Türker. "Sen benim sorduğum sorulara kaçamak cevaplar veriyorsan ben hiç cevap vermiyorum." Diye üste çıkmaya çalıştı. "Türker," diyen sesini duydu. Özlemişti. "Umay," dedi yavaşça. Özlemekten gebermişti. "Ben seni çok-" Diyordu ki arkadan yüksek bir sesle kendi sesini duyunca yerinde tepinecekti ki kendini bu girişiminden zorla durdurdu. "Komutanım!"

"Bir saniye Umay," diye konuştu telefona doğru.

"İşin varsa ben seni meşgul etmeyeyim. Kendine çok dikkat et tamam mı? Allah'a emanet ol. Görüşürüz. Öptüm." Ne yaptı ne? Öptüm mü demişti o? Telefon kapandığında telefona en melül bakışlarıyla baktı. "Söyle!" dedi kendisine doğru hızlı adımlarla yaklaşan Emre'ye. "Polat için acil kan istendi. Sadece sizin kanınız uyumlu." O Rh negatif, kan grubu buydu. Kafasını salladı hızlıca. İçeriye doğru yürümeye başladılar. "Durumları nasıl?"

"Ahmet ve Can iyi hatta normal odaya aldılar. Polat ise ameliyat olacak."

"Biraz toparlandıklarında onları Ankara'ya götüreceğiz."

"Emredersiniz."

HARABE KALPLER VE İNCİ TANESİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin