"Gözlerinde erimek
Sevmekse eğer
Sevmiştim galiba
Ben olmaktan vazgeçip
Sen olmak
Sevdalanmaksa eğer
Sevdalanmıştım da hatta...
Acı çekmek raconuyla aşkların
Payıma düşeni üstlendim ben
Senden uzakta
Senden habersiz
Sensiz..."
Basbayağı kaçırılmıştım. Kafamın ağrıdığını hissediyordum. Birinin beni kucağında taşıdığını hayal meyal hatırlıyordum. Ama arabaya bindikten sonrası yoktu. Ne kadar zaman baygın kaldım bilmiyorum ama feci bir baş ağrısıyla sızlanarak gözlerimi aralamaya çalıştım. Gözlerimi açtığımda nerede olduğumu anlamayarak etrafa baktım. Neredeydim ben? Atalay, beni nereye getirmişti? Doğruldum. Bir yatağın üzerinde yatıyordum. Etrafta tanıdık bir şeyler vardı. Yabancı hissetmiyordum burada.
Sanki avucumun içi gibi bildiğim bir yerdeydim.
Ürperdim. Ne yapacağımı bilemedim. Ayağa kalkıp etrafı incelemeye başladım. Elle tutulur bir şey bulamayınca kapıyı açmayı denemdim. Ama tam da tahmin ettiğim gibi kilitliydi. Kahretsin. Bu ortama okkalı bir küfür yakışırdı. En son mezarlıktaydım. Saat öğlen saatlerine yakındı. Dışarı baktığımda havanın kararmaya başladığını gördüm. Hayalet yokluğumu fark etmiş miydi?
Kilitli kapının açılmaya başlandığını görünce geri geri yürüdüm. Atalay'a zaten güvenmiyordum ama bu saatten sonra hiç güvenmezdim. Kapı açıldığında içeri tam da tahmin ettiğim gibi Atalay girdi. Beni gördüğünde dudağının bir köşesi yana kıvrıldı. "Uyanmışsın." En ters bakışımla ona baktım. "Bayılttığın için olabilir mi?" İçeri girdi. Bana yaklaştı. O yaklaştıkça geri gittim. "Benden uzak dur! Pislik herif! Sen neyine güvenip de beni kaçırdın? Neden beni buraya getirdin? Amacın ne?"
"Birincisi, sende gözüm yok. Seni kendime kaçırmadım." Diye konuşmaya başladığında kaşlarım çatıldı. "İkincisi bir amaç için kaçırdım. Ve bu amaç seni çok yakından ilgilendiriyor."
"Burası da neresi?"
"Tanıman gerekiyordu aslında. Çıkaramadın mı?" Bu söylediği şeyle düşüncelerim karman çorman oldu. Tanımam mı gerekiyordu? "Burası senin çocukluğunun geçtiği ev, Umay. Her bir köşede senin anıların var." Küçük Umay'ın prenses evi burası mıydı yani? Kalbimin sıkıştığını hissettim. Tanıdıktı ama artık benim için bir anlam fark etmiyordu. "Ne saçmalıyorsun sen? Yalan söylüyorsun. O ev yandı."
"Duvarlara bak, Umay. Sence o çocuk kim?" Dediğini ne kadar yapmak istesem de içimdeki o dürtüye kulak verdim ve duvarlara baktım. Her bir köşede fotoğraflar vardı ve evet. O çocuk, küçük Umay'dı. Kafamı hızla sağa sola salladım. İnanma Umay, yalan söylüyor. O çocuk bu evin içinde öldü. O çocuk bu evle beraber yandı. "Neden bunu yapıyorsun? Beni neden buraya getirdin? Amacın beni delirtmek mi!"
"Delir veya delirme, Umay. Bu senin tercihin. Ben seni gerçeklere hazırlıyorum." Daha ne vardı saklanan? Daha ne olabilirdi? "Benim hayatım oldukça gerçek. Benden uzak dur! Beni aldığın yere geri götür."
"Senin hayatın yalan, Umay. Senin hayatında bir gram gerçek yok. Sen kendini yalanlarla kandırıp, gerçeklerden soyutlamışsın." Böyle bir şey mümkün değildi. Yalan değil, değil mi Umay? Bizim hayatımız yalan değil. Bana en son söylediği cümle kafamda yankılandı o an. Sana Satran abimin selamını getirdim. "Satran kim?" Sorumdan beklediğim cevaba hazır mıydım bilmiyorum ama bilmek istiyordum.
Dudakları yavaşça aralandı. "Baban." Beynimden vurulmuşa döndüm. Ne demişti o? Kulaklarım yanlış duymuştu değil mi? Baba falan dememişti? Sakinleş, Umay. Sen yanlış duydun. "Satran senin baban." Dedi bana gerçekleri tekrardan hatırlatırcasına. "Sus!" diye haykırdım. Gözlerim acıdı. Ağlamayacaktım. Direnecektim. "Benim babam diye biri yok. O yıllar önce öldü. Yalan söyleme!" Kafasını sağa sola salladı anında. "Baban yaşıyor, Umay. Baban burada." Tam sözüyle eşdeğer zamanda kapıda bir silüet gördüm. Capcanlı karşımdaydı. Yüzüne bakmadım. Küçük Umay'a sözüm vardı. İçeri girdiğini gördüğümde her an yere düşecek gibi hissediyordum.
Hayır, hayır, hayır. Sakinleş, Umay. Baban değil o senin. Baba diye biri yok. Baba gitti, geri gelmemek üzere gitti. Senin tek damla gözyaşına bakmadı. Seni bırakıp, kaçtı. Seni burada yalnız bıraktı. Yabancı o. İsimsiz. Yabancı.
"Umay," Diyen sesi içime oturdu. Sesi aynıydı. Hiç değişmemişti. Yürüyüşü bile aynıydı. Gözümden bana inat bir damla yaş düştü. Özlememiştim ki onu. Sinirdendi bu. Sinirden. "Kızım?" Yıllar boyunca ondan duymayı beklediğim kelime şimdi neden bana acı veriyordu? "Atalay, beni geri götür."
"Onu dinlemen lazım, Umay." Ortamı yatıştırmaya çalışıyordu. "Tekrar etmeyeceğim, Atalay. Götürmüyorsan yol ver, kendim giderim." Tam yanından geçecektim ki kolumda hissettiğim onun eliyle kolumu kendime çektim. "Bana dokunma!" Yüzüne baktım o an. Keşke bakmasaydım. Garipti. Ama benim babamdı işte. Kanlı canlı karşımdaydı. "Umay, beni dinle. İstersen konuşma, ama beni dinle. En azından dinliyormuş gibi yap."
Gözlerimi birbirine bastırdım. "Senin dinlenecek bir tarafın mı var? Terk ettin, bitti gitti işte. Nasıl ettiğini mi anlatacaksın?" Kapıya doğru yürüdüm. Ama Atalay anında önümü kesti. "Atalay, çekil." Dedim sert bir sesle. "Umay, babanı dinlemeden seni bu evden çıkarmam."
"O adam benim babam falan değil! Normal bir insan bile değil o benim hayatımda!" Arkamda iç çekişlerini duyabiliyordum. "Umay, haksızlık ediyorsun. Baban burada, karşında, yaşıyor. Neden onu dinlememek de ısrar ediyorsun?"
"Benim babam yıllar önce beni terk ettiğinde benim içimde öldü."
"Sebeplerim vardı," Arkamdan gelen sesini işitince hızla ona döndüm. "Sebeplerin vardı?" Dedim soru sorar gibi. "Ben her gece uyuyamazken, ağlamaktan gözümü bile kırpamadığım günlerin, ağzıma tek bir lokma bile koyamadığım günlerin, kalbimin acıdığı günlerin bir sebebi mi vardı?" Kafamı sağa sola salladım. "Beni bir kez kandırdın, yaraladın. Bunun bir daha yaşanmasına izin vermeyeceğim."
"Karşındayım, Umay. Karşımdasın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARABE KALPLER VE İNCİ TANESİ
Teen Fiction"Hayalet," dedim. Hayalet. Hayalet. Hayalet. "Ben senin arkandan ağlarım, çok ağlarım. Kurşunların önüne düşünmeden atlama. Çünkü arkanda ağlayacak olan ben varım."