"Ondan kaçtığını sanarsın
Ve kendine çarparsın.
Kalbine."
Bazen insana nefes almak bile zor gelirdi. Halbuki ne kadar kolay bir şeydi değil mi? Ama şimdi zordu işte. Ufacık bir nefesi bile içime çekmekte zorluk çekiyordum. Gözlerim hala mesajın üzerinde donakalmış bir durumdaydı. Ne demek öğrenmişti?
Nasıl?
Ne tepki veriyordu şimdi? Ne kadarını biliyordu? Mesela annesinin hastaneye yanıma geldiğini, bir adamın ona hap verdiğini biliyor muydu? Açma poşetini kenara koydum. Artık canımda istemiyordu zaten. Ona söylemediğim için bana kızgın mıydı? Kızar mıydı?
Onun gözüne görünmesem iyi olurdu. En azından şimdilik.
Odamdan dışarı çıktığımda koridorda ilerlemeye başladım. Umay, sayı say. Hani şu bitmek bilmeyen sayıları. Bir koyun, iki koyun, üç koyun... Tam bir odanın önünden geçmek üzereyken bir şeyin kırılma sesini işitmemle olduğum yerde durdum. Bu ses de neyin nesiydi? İçeride ne oluyordu? Bakışlarım yukarı tırmandı. Toplantı odasıydı. Hayalet'ti. Başkası olamazdı.
Kapının bir anda açılma ihtimalini göz önünde bulundurunca adımlarımı hızlandırdım ve bir an önce dışarı çıkmak istedim. Öğrenince ben bile kötü olmuştum. O ne yapardı şimdi? Bahçeye adımımı attığım an derin bir nefes aldım. Zordu. Hem de çok zor. Nasıl kolay olsun ki? Olmazdı.
İlerlemeye başladığımda askeriyeyi gördükçe boğulduğumu hissettim. Burada durmak istemiyordum. Kötü oluyordum işte. İleride bir askerle konuşan Caner'i gördüğümde o da beni fark etti ve halimi gördü. Eliyle askerin omzuna vurduğunda yanıma gelmeye başladı. Asker adımlarıyla kısa bir sürede yanıma geldiğinde kaşları da çatılmıştı. "Umay Hanım, iyi misiniz?" Kafamı anında sağa sola salladım. "Değilim, yani bilmiyorum. Nefes alamıyorum. Bir şey içimi sıkıyor." Dediğimde dikkatlice beni izledi. "Buralarda yalnız kalabileceğim, sessiz sakin bir yer var mı? Biliyor musun?"
Kafasını salladı. "Biraz ileride şu çam ağacından sola dönünce, tüm Ankara'yı gösteren manzaralı bir tepe var. İsterseniz size eşlik edebilirim. Yanlış anlamayın, uzakta dururum." Ona içtenlikle baktım. "Gerçekten gerek yok. Biraz yalnız kalsam iyi olacak sanırım. Teşekkürler." Dedim ve tarif ettiği yere doğru ilerlemeye başladım. Arkamdan bana olan bakışlarını hissedebiliyordum. Biraz orada kalıp, zaman öldürsem iyi olacaktı.
Çam ağacını geçince sola döndüm ve tepeye tırmandım. Yüksek değildi, o yüzden tırmanmam kolay olmuştu. Hava bulutluydu, Ankara'nın havası hep böyleydi galiba. Kasvetli, sessiz, soğuk, karanlık. Güneşin çıkma ihtimali yoktu. Düzlüğe çıktığımda tepenin ucuna doğru ilerledim ve yavaşça yere oturdum. Ayaklarımı aşağı sallandırdım.
Ankara, karşımdaydı işte. Gözlerimin önündeydi. Ayaklarımın altındaydı. "Ne olur," diye fısıldadım. "Ona söylemedim diye bana çok kızmasın."
Seyret Ankara, bizim hikayemizi en iyi sen biliyorsun. Başlangıcımız sen, sonumuzda sen olacaksın.
🤍
Hayalet'den
Annen yaşıyor, Hayalet. Doğru mu duymuştum? Doğru olmasının imkanı yoktu. Nasıl olsun? Annemi ben kendi ellerimle gömmüştüm. Nasıl hayatta olsun? Toprağını ellerimle sıkmıştım gerçekliğinden emin olmak için. Her gün gidip mezarının üstündeki çiçekleri sulamıştım çiçekleri çok seviyor diye. Her gün papatya getirirdim mezarına, papatyalara aşık diye. Şimdi çıkıp da nasıl annen yaşıyor deniliyordu?
"Ne?" diyebildim sadece. Gerçeklik algımı yitirmiş gibiydim. Anıl ve Emre'ye baktım. Emre etrafına kaçamak bakışlar atıyor, Anıl ise benim tepkimi inceliyordu. "Dalga mı geçiyorsunuz benimle? Ne demek annen yaşıyor? Bu ne demek farkında mısınız?" Anıl kafasını salladı yavaşça. Kollarını göğsünde birleştirdi. "Gözlerimizle görmeseydik sana der miydik? Anneni bulup sana getirine kadar söylemeyecektik aslında yanlışlıkla duymasaydın." Annemi önüme koyacaklardı ve al annen mi diyeceklerdi?
"İnanmıyorum," dedim. Bir tarafım çok fazla inanmak istiyordu ama imkansızdı. Yerin altındaydı benim annem. "Siz yanlış görmüşsünüzdür, benzetmişsinizdir birine. Olmaz. O değildir." Annem, benim canım. Kafamı delirmiş sağa sola salladım. Delirmiş gibiydim. Kanım çekilmiş gibiydi.
"Gerçek," dedi Emre beni rüya sandığım dakikalardan uyandırmak ister gibi. "Abi vallahi de billahi de gerçek. Zeliha ablaydı işte. Annendi." Zeliha. Annem benim. Anıl bunu bekliyormuş gibi cebinden telefonunu çıkarmış birkaç bir yerlere girmişti ve ekranı bana çevirmişti. "Bak annen, hâlâ inanmıyor musun?" Annemdi evet ama karşısındaki adam da kimdi? Kaşlarım çatıldı. Telefonu elinden çekip aldım. Silah tutarken titremeyen elim annemin ekrandan da olsa yüzüne dokunurken tir tir titriyordu. Annemdi. Siyah saçları, yeşil gözleriyle bu kadın benim annemdi. "Nasıl?" diye fısıldadım. "Nasıl olur?"
"Hastaneye gelmiş," diye konuşmaya başladı Anıl. "Umay'ın yanına gitmiş. Tahlil sonuçlarına bakmasını istemiş. Umay dosyadan okumuş adını. Annen Alzheimer hastasıymış." Ne? Annem beni hatırlamıyor muydu yani? "Anlamış annen olduğunu, takip etmiş. Hastanenin önünde bir adamı ona hap verirken görmüş." Kanımın donduğunu hissettim. "Umay'ın dediği üzere antidepresan hapıymış ve çok kullanıldığında unutkanlık yapıyormuş. Biri annenin seni unutması için hap veriyor, Türker." Anneme beni unutması için ne? Sinirden damarlarımın belirginleştiğini hissettim. Bir krizin beni yokladığının da farkındaydım. "Kriz geçireceksin sakinleş." Titremeye başladım. Sinirdendi. "Kim o?" dedim tükürürcesine. "Kim o belasını bulmak için can atan it!"
"Sakinleş," dedi Emre. "Daha kim olduğunu bilmiyoruz ama çok yaklaştık. Annenin yerini bulmamız an meselesi. Herkes canla başla çalışıyor." Telefonu Anıl'a uzattım. Sinirimi bir şeyden çıkarmam gerekiyordu. Gözüme masanın üzerinde duran vazoyu kestirdiğimde elimin tersiyle vurduğum gibi vazo yeri boyladı. Kırılma sesi odanın içinde yankılandı. O şerefsizi bulduğum an gebertmezsem bana da Hayalet demesinler. Kapının önünde bir hareketlilik hissettiğimde bakışlarımı o tarafa çevirdim. Kapının altındaki boşluktan bir kadının adımlarını gördüğümde bunun Umay olduğunu anladım. Yürüyüşünden tanırdım onu. Aceleci, kendinden emin, aşık olunası. "Ben gidip kendim bulurum o belasını siktiğiminin şerefsizini."
Anıl kolumdan tutup beni durdurdu. "Millete saçmalama dersin hep ama şu anda sen çok fena saçmalıyorsun. Arıyoruz işte her yeri didik didik. Bulacağız anneni. Kavuşturacağız kaybolan kalpleri. Git hava falan al kendine gel." Kolumu kendime çektim. Umay'ın yanına gitmeliydim o halde.
Benim havamda, suyumda, toprağımda oydu.
Kapıya doğru yürümeye başladım. Arkamdan, "Nereye gidiyorsun?" dediğini duydum. Omuz silktim yavaşça. "Hava almaya git demedin mi? Havamı almaya gidiyorum işte."
Umay'dan önce nasıl nefes alıyormuşum ben? Umay'dan önce ölüymüşüm ben.
Umay bir anda hayatıma girip kural olarak bildiğim ne varsa hepsini yıkmıştı ve bunu öylece durarak sadece gözlerimin içine bakarak yapmıştı. Farklıydı o. Farkımdı. Kapıyı açtım ve ardımdan hızla kapattım. Adımlarım rotasını çoktan oluşturmuş, hedefine doğru emin adımlarla ilerliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HARABE KALPLER VE İNCİ TANESİ
Teen Fiction"Hayalet," dedim. Hayalet. Hayalet. Hayalet. "Ben senin arkandan ağlarım, çok ağlarım. Kurşunların önüne düşünmeden atlama. Çünkü arkanda ağlayacak olan ben varım."