-On Beş- İlk Gün

14 3 2
                                    

Akşam yemeğimizi dışarda yedikten sonra tekrar eve geldik. Sanki eve ilk defa giriyor gibiydim. Belki de düzenlenmiş olduğu için öyle geliyordu. Minho Hyung da ben de çok yorulmuştuk. Üzerimizi değiştirdik ve Minho Hyung duşa girdi. Ben ise yalnız kalmıştım ve üzerimde hem iş yapmanın verdiği yorgunluk, hem de tüm gün boyunca sabah gördüklerime tepkisiz kalarak içimde tutmanın verdiği yorgunluk ve ağırlık vardı. O an kendimi bıraktım ve ağlamaya başladım. Kendimi çok boktan hissediyordum. Hyunjini beklediğim, Hyunjin için ağladığım anları düşünerek daha da ağladım. İçimi boşaltıyordum. Hem Hyunjine sinirliydim, hem de hala ona ağladığım için kendime. Ama elimde değildi. Belki de şuan ağladığım için kendime kızmak yerine tüm gün kendimi tuttuğum için kendimi tebrik etmeliydim. Tek başıma olsaydım saatlerce ağlardım ama Minho Hyung'ın yanında ağlamak istemiyordum. Aslında onun yanında ağlasan  da rahat oluyorsun çünkü sakinleştiriyor. Ama istemiyordum işte. Kendimi tutmaya çalıştım. Mutfağa gidip elimi yüzümü yıkadım. İnnie ben ağlarken yanıma gelmişti ve şimdi ayağımın dibinden ayrılmıyordu. Onu kucağıma aldım ve bir bardak su içtikten sonra yatak odasına gidip yatağa oturdum. İnnieyi sevmeye başladım. Bana huzur veriyordu, sakinleşmiştim.

Derken Minho Hyung duştan çıktı ve yan odada giyinip yanımıza geldi. Yanıma oturdu ve saçlarımı karıştırdı.

- Senin moralin bir şeye bozulmuş. Anlat bana. İçinde tutuyorsun belli.

- Seni hep kendi dertlerimle sıkıyorum.

- Saçmalama istersen İn. Ne zaman seni dinlemekten veya seninle olmaktan sıkıldım söyler misin? Ben her zaman yanındayım. Ne olursa olsun. Bunu unutma ve sıkıntın küçük de büyük de olsa bana anlat. Benim için çok değerlisin, kendini değersiz biri gibi görme. Bir takım sorunlar olmuş olabilir ama daha gençsin. Gençlik hataları olabilir ufak tefek. Kendini bırakma. Bak başardın, şu an kendi evindesin, bir evcil hayvanın var ve yakında istediğin okula gideceksin. Yeni hayatın seni bekliyor. Bu hayatta kendine değer verirsen emin ol yaparsın.

Minho Hyung'a sarıldım.

- Teşekkür ederim Hyung.

Sadece bunu diyebilmiştim ama çok daha fazlasını hissediyordum. Ama Minho Hyung hissettikleirimi anlardı. O da bana sarıldı. Bir süre böyle durduktan sonra derin bir nefes aldım ve sabah gördüklerimi anlattım. Ve zar zor durdurduğum o göz yaşları davet beklercesine yine geldiler. Kendimi sıkmak istemiyordum. İstesem de yapamazdım zaten. O kadar şiddetli olmasa da yine ağladım. Çok ağlıyordum. Bundan nefret ediyordum. Belki yeni hayatımda beni ağlatmayacak insanlar bulursam ağlamamayı başarabilirdim.

Çok geçmeden uyumuşum.

Uyandığımda telefonumda bir kaç mesaj ve arama vardı. Tabii ki de Hyunjindendi.

Hyun.
- Jeongin? 22.46
- Eve gelmeyecek misin? 22.47
★"Hyun." kişisinden cevapsız arama. 22.50
- Minholara falan mı gittin? 22.56
- Haber vermeden gitme endişeleniyorum. 23.12
- Mesajlarıma bak uyanınca lütfen geldiğinde konuşalım habersiz gitmelerinden hoşlanmıyorum. 00.04

Cevap vermedim. Zaten görüldü bilgim açık değildi. Telefonu kapattım. Salona baktığımda Minho Hyung koltukta uyuyordu. İçimden hep yanımda olmasını dileyerek mutfağa gittim. Evde biraz patates vardı. Ortaokuldayken ablamla sevdiğimiz tek ortak şey patates kızartmasıydı ve beraber kahvaltı yapmak zorunda kaldığımız için hayatsız gibi patates kızartması yerdik. Tabii ablam hem bana yaptırırdı. Bu yüzden patates kızartması yapmayı uzun süredir biliyordum. Ne kadar ablama sinir olsam da o yaşlarda kendimi şef gibi hissediyordum. Sonra ablama patates kızartması yapma zorunluluğum bitti, zaten tek beraber olduğumuz sebep buydu ve artık o da bitmişti. Ben de yeni tarifler denemeye başlamıştım ve az çok tatlı ve yemek yapmayı öğrenmiştim. Hyunjine yaptığım tatlılar gibi.
Her neyse patates kızartmaya karar verdim. Minho Hyung zaten benim için çok yorulmuştu. En azından ona bir kahvaltı borçluydum. Patatesi doğradıktan sonra üzerime hırka ve para aldıktan sonra evin yanındaki bakkala gitmek için evden çıktım. 2 Corn Dog, 2 tane de hamur işi bir şey aldım ve eve gittim. Gittiğimde Minho Hyung daha uyanmamıştı. İşime gelirdi çünkü büyük bir şey olmasa da kahvaltının sürpriz olmasını istiyordum. Doğradığım patatesleri kızarttım, aldığım şeyleri bir tabağa koydum ve dün yaptığımız gibi çay yaptım. Kahvaltı tamamen hazırdı. Sıra Minho Hyung'ı uyandırmaktaydı. Yanına gittim, hafifçe koluna dokundum.

- Hyung, kalk hadi kahvaltı edelim.

İlk diyişimde kalkmadı ama tekrarlayınca hafif kıpırdanıp gözlerini ovuşturdu. Uykulu bir şekilde;

- Gün aydı mı İn-ah?

Hafif güldüm

-Aydı Hyung

Koltukta oturur hale geldi. Hala uyanmaya çalışıyor gibiydi.

- Günaydın o zaman

- Gel hadi kahvaltıyı hazırladım

- Beraber yapardık beni de uyandırsaydın ya

- Seni yeterince yordum zaten. Teşekkür gibi düşün.

Minho Hyung lavaboya girip çıktıktan sonra kahvaltımızı etmeye başladık.

- Patatesler harika olmuş, sanki dışarıdan alınmış gibi. Nasıl öğrendin böyle yapmayı?

Bunu kendim de düşünmüş olmama rağmen başkası söyleyince nedense ağır gelmişti. Minho Hyung'ın söylediği şey kafamda yankılanıyordu sanki. "Harika, nasıl öğrendin?"

Ölüyorum susuyorsun.. - Hyunin-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin