İçlene içlene yolu yarılamıştım. Dinleneyim dedim. Gözüm karardı hafiften. Uzakta kalan kırımızı iyicene süzdüm. Çok güzel hatta şahane geliyordu bana. Yoksa gittiğim için mi böyle gözüküyordu ? Aman Allah'ım ! Değerini bilememişim buraların. Halbuki ne kadar güzelmiş. Son pişmanlık fayda etmezmiş demek. Karnımın zil çaldığını fark ettim. Azığımdan yiyecek çıkartacakken bir mektup gördüm; elime aldım ve okudum:
"Canım torunum, gittiğin yolda iyi günler. Her zamanın hayrola. Öncelikle sana söyleyeceğim şey şu, başına nolur bir şey gelmesin. Biliyorum senin küçük olup herşeyin üstesinden gelemeyeceğini cancağazım ama, bana eğer bir şey olursa... eğer bir şey olursa nolur beni unutma. Yolun açık olsun canımdan çok sevdiğim toruncuğum..." Bu mektubu okuduktan sonra dedemi dinleyeceğimi anlamıştım. Fakat çok geçti. Şimdi tek yapacağım şey atalarımızın sözüyle belli olurdu; Erken kalkan yol alırmış.
Daha konaklamadım burada. Yoluma dümdüz devam ettim. Yolu sürdürmek için çok bitkindim. Fakat bir metre daha yürüsem geliyormuşum. Önümde koskoca bir tabela asılıydı. "Bilgin Rıfat Çalışkan". Son güce kuvvet deyip bilgine vardım. Sesimi düzelttim. Ve kapıyı açtım. Gözlüğünü öne doğru eğdi.
-Buyur bakalım küçük, dedi. Ne vereyim sana, şeker, çiko...
Sözünü kestim.
-İsteğim şeker ya da çikolata değil, dedim. Eski ev.
Anlamamış bir vaziyetle,
-Ne eski evi, dedi.
-Bizim orada bir eski ev var, dedim. Onda kim olduğunu öğrenmek istiyorum. Nolur beni boş döndürme. Bir mil yol kat ettim buraya gelene kadar.
Sesli sesli güldü.
-Oğlum sizin orası neresi ?
Anlatmaktan yorulmuştum. O da anladı yorulduğumu.
-Tamam oğlum tamam, dedi. Otur da sana bir oralet getireyim de kendine gel.
Telefonuyla çaycıyı aradı. Oraletten içtikten sonra ona döndüm.
-Biz bir kırda yaşıyoruz. Köyüm, Gülgetiren Köyü.
Adam köfteyi çakmış gibi mırıldandı.
-Ha şu köy, dedi. O köyün neresindeymiş bu eski ev ?
-Dedim ya. Bizim kırın hemen yukarısında.
-Maalesef orayı bilmiyorum küçük adam, dedi.
-Ne demek bilmiyorum ? Dedim çekişerek. Sen bilgin değil misin ?
- Evet, bilginim, dedi. Fakat o kadar ince ayrıntısına bakmaz bilgin.
-İyi o zaman ben gidiyorum, dedim çaresizce.
Arkamdan seslendi.
-Küçük dur, dedi.
İşime yarar bir şey bulacak diye yanına koştum.
-Sen zeki bir çocuğa benziyorsun, dedi. Sen büyüyünce ne olacaksın ?
-Çiftçi.
İyice bir "Hmm" ladı. Ve yanıtladı sonra.
-Çocukken ne olmanı istiyorsun ?
Anlamadan cevapladım.
-Zaten çocuğum, dedim. Ama çocukken meslek mi edinilirmiş ?
Karnını tutarak sesli sesli güldü,
-Ha! Ha! Ha, diye. Tamam, tamam. Seni bizim hana çalışan olarak alacağım.
-Fakat...
İzin vermedi konuşmama. Kolumdan tutup hanına getirdi beni. Hanının kıyısı vardı. Tekneyle uzaktaki kişiler buraya konaklamaya geliyordu. Daha yeniyim, dinlenmem gerek diye beni bir odaya tıkadılar. Anlaşıldı, zorluklar büsbütün önüme geliyordu artık...