Amcam artık biletlerimizi almıştı. Bize dönerek,
-Hazır mısınız, dedi.
Ben dedeme, dedem bana bakarak,
-Evet, dedik.
Bembeyaz uçağın, upuzun merdiveninden çıkıp cam kenarına oturmuştum. Artık tüm düşüncelerimi bir araya toplama vakti gelmişti. Bana küçük bir oyun oynatan kimdi acaba ? Oraya git, şunu yap, burayı kaz... Biri benimle oyun oynuyorda, benim haberim mi yoktu ? Oyun oynatsa nereden bilirdi dedemi, dedemin ölü olduğunu, Allah muhafaza şimdi vefat etmedi ya.
Tüm bunları unutup Bursa'da göreceğim şeyleri düşünecektim, lakin izin vermedi hostes. Megafonla bize seslendi.
-Sayın yolcularımız, uçağımız kalkıyor. Lütfen emniyet kemerlerinizi bağlayınız. Türk Hava Yolları, iyi yolculuklar diler.
Hostesin dediğini yaptık. İnşallah başıma bir sorun açılmazdı. İyi gider, iyi gelirdim inşallah.
Anlamadığım bir şey vardı; Ne kadar asosyal kalmışım ki, bu uçakların iki saate bir uçtan bir uça gittiğini bilmiyordum. Neyse ki amcam söylemişti. Taa Kars'tan Bursa'ya iki saate gidecektik.
Yolculuğum çok iyi ve aksilikten noksandı. Sanki bu yolculukta katı günlerimi bir naçakla kesip Bursa'ya vardım. Lakin uyuyakalmışım. Dedemle amcam tepemdeydi.
-Sinan... Sinan, kalk hadi geldik, diyorlardı.
Aptal aptal bakındım.
-Burası neresi ?
Sesli sesli ortalığa gülücük dağıtıyorlardı.
-Bursa'ya geldik, dediler.
Hemencecik doğrulup hızlıca ayağa kalktım.
-E neden öylece duruyorsunuz, dedim. Gitmeyecek miyiz Uludağ'a ?
-Gideceğiz gitmesine, dediler. Hadi ilk biraz yiyecek ve içecek alalım.
Almaya gittik ve dedem birkaç soda ve tost aldı. Hemen Uludağ'a çıktık. Tek gördüğüm, uzak uzak, karlı dağlardı. Uludağ'ın başlangıcına geldiğimde elimdekiler bitmişti. Dağların arkasını süzdüğümde kayak yapanları, kartopu oynayan ve kardan adam yapan çocukların yüzündeki tebessümü görmemek mümkün değildi.
Gözümüz aydın. Uludağ'a varabildik sonunda. İlk otele gidip amcamla dedem eşyaları yerleştirdi konaklayacağımız yere. Camın önünde dikilmiş karlara bakıyordum. Biraz ısınıp dışarı çıkacaktım. Dedem odayı sobalı olarak seçmişti. Önceden hediye edilen üç ünite çalıdan, dedem birkaçını sobaya atıp ısınmamızı sağladı. Amcam ise, kestane getirip sobanın üstüne koydu. Bende sobanın yanına minder koyup ısındım. Amcam kestaneleri ters çeviriyordu bazen. Bazen de yanıyordu eli.
-Üff..! Sen bir daha elimi yakarsan, seni öldürmezsem bana da Halil demesinler, diyordu.
Dedem amcama dönüp,
-Halil, dedi. Çalı çırpı işimize yaramıyor. Bu otelin aşağısında, dolgunlaşmış odunlar gördüm. Onları alıp yakabiliriz.
Amcamda elindeki çalılara bakarak,
-Doğru, dedi. Bu kestanelerde yanmıyor zaten.
Ve bana dönerek,
-Sinan bizi burada bekle, dedi.
-Peki, dedim.
Amcam ve dedem gittiğinde sıkılmıştım. İçimden iki ses tartışıyordu:
-Dışarı çık. Nasıl olsa evin önü.
-Hayır, diyordu ikinci ses. Amcan bizi burada bekle dememiş miydi ?
Birinci ses aklıma daha yatkın geliyordu. Bunu devreye sokacaktım.