Bu daracık odada yapayalnız iki hafta geçirdim. Aklımdan çıkmayan şey sadece dedemdi. Belki ne kadar üzülmüştür. Belki de o da benim gibi sadece beni düşünüyordur. Kalan kıyafetlerimi öpüp öpüp duruyordur kimbilir. İçim geçmiş ki, içeriye bilginin yardımcıları girip tüm düşüncelerimi berbat etti. Ona şu cümleyi de ekledi.
-Hadi gel, hana gidiyoruz. İlk ne yapacağını söyleyecekler sana, dediler.
-Tamam da niye, dedim. Neden ben; Başka kişi yok mu ?
-Burada çalışanlar nasıl çalışan oldu diye sanıyorsun ? Bilginimiz en çalışkanlarını seçer.
Götürdüler beni o hana. Herkes ya, oda temizliyor, ya da bulaşık yıkıyordu. Aralarından biri,
-Hoşgeldin, dedi. Sen ne işindesin ?
Masumca,
-Bilmem, dedim.
-Bura işletileceğine göre sende bir işe gireceksin, dedi.
-Bilgin, çalışanlara sor dedi.
-Tamam, dedi. Sen oda temizleyicisi olacaksın ve gelenlerin eşyalarını elinden alacaksın, bizzat sen odasına bırakacaksın.
-Tamam, dedim.
Arkama bakarak,
-İşte bir müşteri, dedi. Çabuk elinden al eşyalarını.
Hemen koşarak elinden almaya gittim. Adam söyleniyordu.
-Ha, şuna bak. Koskoca bilgin Rıfat Çalışkan'ın işlettiği handa doğru dürüst bir çalışan yok.
Hemen önünden eşyalarını aldım. Onu boş bir odaya götürdüm.
-Buyrun efendim, dedim. Böyle geçin siz.
-Bırak eşyalarımı paçoz, dedi. Ben bakarım halime.
Dedi ve kapıya tekmek atıp dışarı çıktı, hem de bir şiir söylüyordu:
"Evimin yakınında,
Var bir budala,
Ama beni ararken,
Çıktı gitti uzaklara."
Bu şiiri söyledi ve dolaşmaya gitti. Bir sandığı vardı. İstemeden göz ucuyla gözüküyordu. Sandığı açtım ve sinyal verici çıktı içinden. Ve de iki adet parabellum tabanca. Daha vardı içinde bir şeyler. Bir kanlı mendil vardı. Yoksa... Yoksa bu adam katil miydi ?
Burada şok içinde iken akşam olmuş, katilin ayak seslerini duyuyordum. Bende hemen elime bir sopa alıp tavan arasına çıktım. Kırık bir yerinden oraya bakıyordum. Birisiyle konuşuyordu. O durumda şu konuşmları duyabildim:
-Dostum, az kaldı, beş on dakika sonra Jean'in güvertesine çıkart ekibi. Bu gece çok eğlenceli geçecek.
Diğerinin ne dediğini duyamadım. En sonunda kapattılar telefonu. Jean teknesini işgal edeceklerdi galiba. Hemen oraya koştum. Bir yerine saklandım geminin. Takır tukur sesler geliyordu güverteden. Kahretsin ! Hemen kaçmalıydım. Lakin yerdeki iki tabancayı görene kadar. Fakat nefs-i müdafa katillik asla değildi. Bunu uygulamaya sokacaktım; iki tabancayıda elime aldım. Kullanmasını bilmiyordum fakat sinsice ilerliyordum. Hemen kafamı bir yerden çıkartıp ateş ettim. Herkes yere dökülmüştü. Sadece o adam ile diğer adam. Bağrışıyorlardı.
-Kahretsin ! Lanet olasılar ! Nasıl ölüyorsunuz ? Kim ateş ediyor, diye.
Kaçtılar ama hana değil, teknelerine. Hemen tabana kuvvet bende koştum. Bir tekneye atlayıp peşlerini takip ettim. Karanlıkta kaybolup gitmişlerdi. Fakat, fakat ben ne olacaktım ? Olu ortada kaldım öyle. Birisinin gelmesini bekledim, bekledim... Fakat kimse yoktu.
Ertesi gün, handa buldum kendimi.
-Neredeyim ben ? Dedim zar zor.
-Handasın, dediler.
Sayıklıyordum.
-Ateş... Silah... Güverte...
Herkeste bana anlamsız gözlerle bakıyordu.
-Ne silahı, güvertesi ?
-Je... Jean gemisine... Jean gemisine saldırdıar.
Üstüme yorganı çektiler ve,
-Biraz uyu, dediler. Kendine gelirsin.
Durumu anlatamıyordum.
-Kendimdeyim zaten. Fakat...
Kime anlatıyordum ki ? Dinlemeyip, gitmişlerdi. Sıkılmıştım burada. Hemen geçenki adamın odasının yanına gittim parmak uçlarımı hareket ettirerek. Sandığını açıp baktım. Yine aynı şeyler vardı. Fakat... Fakat, Aman Allah'ım ! Gözlerime inanamıyorum. Yoksa katil adam dedemi mi öldürmüştü ?