Hemen bir yerlerime tıkıştırdım resmi. Gidip dedemin çalıştığı atölyeden kazma ile kürek aldım. Doğruca eski evin bahçesine gittim. Salatalıkların altını hemen kazdım. Bir de ne göreyim ?
Benim gördüğümü kimseler görmesin. Dedeciğim burada yatıyormuş. Hemen etrafa bağırdım,
-Kimse yok mu, diye.
Sonunda birisi çıka gelmişti. Fakat tanımıyordum bu kişiyi. Ama taşımama yardım ediyordu. Hem taşıyıp hem de konuşup ilerliyorduk. Bana,
-Aferim sana, dedi. Çok zekisin.
-Sen kimsin peki, dedim ona.
Güldü.
-Hıh,Tanımadın mı ?
-Hayır dedim. Tanımadım.
-Neyse, dedi. Dedeni evine götürelim.
Eve getirmiştik dedemi. O adam dedemin nabzını yoklayıp bana döndü.
-Deden hala yaşıyor, ölmedi, dedi.
Şaştım ki ne şaştım.
-Ne? Yaşıyor mu, dedim. Sen ciddi misin ?
-Evet, dedi ciddi ciddi. Ha bu arada, sen benim kim olduğumu mu sormuştun ?
-Evet, dedim heyecanlanarak.
-Şimdi senin önünde amcan duruyor, dedi.
-Ne yani, dedim. Sen benim amcam mısın ?
-Evet, dedi. Ne sorsan söylerim, bilirim.
-Babamın adı ne ?
-Ali.
-Annemin adı ne ?
-Zeynep.
-Dedemin adı ne ?
-Ramazan.
-Benim adım ne ?
-Sinan.
-Vay be, dedim. Hepsini bildin. Tamam, şimdi anladım amcan olduğuma. O zaman senin baban işte burada.
-Bu doğru, dedi.
Göğsüne bastırdı beni. Saçlarımda dolaşan parmakları, onlarca kilo balyozun ağırlığını bir kelebeğin kanatlarına emanet eder gibi gezindirdi. Bu arada dedem kendime gelmiş bir vaziyetle bize seslendi.
-Aferim Sinan, dedi. Size bir sürprizim var.
Sabırla ve heyecanla dedemden gelecek cümleleri bekliyorduk.
-Uludağ'a gidiyoruz ve ne kadar isterseniz o kadar kalırız, dedi, demez olaydı. Çünkü şok oldum. İlk defa bu kasabadan başka bir yere gidecektim. Uludağ'ında nerede ve ne olduğunu bilmiyordum. Daha küçüğüm, aklım ermezdi. Kasabamızdan başka bir yer bilmezdim.
Fakat öğrenecektim şimdi.
Amcama,
-Amca Uludağ neresi, dedim.
-Bursa'nın bir kayak merkezi, dedi. Her tarafı karlarla dolu.
Meraklı gözlerle bakındım. Bursa'ya gidecektik demek. İlk defa Bursa'ya, şehir merkezine inecektim. Çok eğleneceğimi umuyordum, çünkü şehir merkezine ilk kez inen bir kişi nasıl mutsuz olabilirdi ?
Ertesi gün, erkenden kalktım. Yağan yağmur, sanki kederli günlerimi pencereye vurarak arıtıyordu. Dedemde buzdolabından çıkardığı iki yumurtayı tepside pişiriyordu. Yumurtaların cızırtısının kokusu burun deliklerime, sanki sıcak esen yel gibi geliyordu.
Dedeme,
-Amcam nerede, dedim.
-Bavulları hazırlıyor, dedi. Git istersen yardım et.
Yardım etmeye gitmek için evin dar koridorundan yürüdüm. Amcam bavulları hazırlamış, siyah renkli, beyaz çizgili eşofmanını giymiş, üstüne de incecik kahverengi hırkasını giymişti. Onu uyardım.
-Amca yağmur başladı, dedim. Üstüne kalın bir şeyler al.
Aldırmadı,
-Olmaz bana bir şey, diyerek. Zaten bavulda kayak için, ilgili eşyalar var.
-Ama ya...
Olduğumuz odaya gelerek sözümü kesti dedem.
-Hey, sizi tembel tenekeler ! Biraz daha zırvalarsanız gitmeyeceğiz, dedi gülerek.
Hepimiz sustuk.
-Tamam, dedi. Uslandınız. Hadi artık yola çıkalım.
Evden ayrıldık. Bizim kasabaya haftada bir, otobüs geliyordu hemen hemen. Neyse ki şans bize güldü. Fren yaparak fıs sesiyle yanımıza geldi otobüs. Hemen amcam şoföre parayı verdi.
-Bizi havalimanında bırak, dedi parayı vererek.
Şoför verilen parayı geri çevirip,
-Ağabey bizden olsun, dedi.
-Allah razı olsun, dedi amcam ve samimiyete girdikleri için büyük bir sohbet başlattılar aralarında.
Dedemde yeşil hırkasının cebinden naneli şeker çıkartıp bana uzattı.
-Al oğlum, dedi. Senin için almıştım.
-Sağol dede, dedim.
Şekerimi yerken dedemde çantasından Kuran'ını çıkartıp kimseyi rahatsız etmeyecek şekilde, büyük bir zevkle okudu. Aradan bir saat geçince ancak şehire varabildik. İlk defa şehir içini görüyordum: Alışveriş merkezleri, tuhafiyeler, giyim dükkanları, kafeler, ketenhelvacılar...
Ve birçoğu. Belki de farklı şeyler de vardır. Bir otobüsten inebilsem, bir inebilsem...Aradan beş on dakika geçince havalimanına vardık bu sefer. Bir sürü uçaklar ve gelişmiş araçlar.
Neler var neler. Çok şeyler gördüğüme seviniyordum.Fakat dedem bana,
-Daha hiçbir şey görmedin, dedi.
Sevinci, heyecanı ve bu ikisini gördüğüm için dua etmeyi görecektim kesin. Havalimanına gelmiştik. Dedem kuran okumayı bitirmiş, amcam şoförle dertleşmeyi sona erdirmiş ve bende şekerimi bitirmiş bir şekilde otobüsten indik. Şehir yerine ayak bastığımda, etrafımı heyecanlık ve sevinç kaplamıştı. Bu ikisini uçakta daha iyi yaşayacaktım. İlk defa şehiri gördüm. Halbuki bütün şehir çocuklarından daha şanslıydım; Çoğu şehir çocuğu uçağa binememiş fakat bir kasaba çocuğu, yani ben uçağa binecektim. Amcam biletlerimizi almıştı. Artık Uludağ'a gidecekim. Hem heyecanlı, hem de sabırlıydım...