Chapter Eleven

344 35 21
                                    

_๑❥๑_

Masa lambasının loş ışığının altındaki dosyayı karalamayı bırakıp arkama doğru yaslandım.
Dışarıdaki sağanak yağmurun şiddetli damlaları pencereye akın ediyor, süzülüp iniyorken camı buğulaştırıyordu.
Yağmur altındaki tüm anılarım kendini hatırlatırken, geçmişin tanıdık hislerini tekrar canlandırıyordu. Şüphesiz can sıkıcı hisler...

Telefonuma bildirim geliyor, fakat açmak için herhangi bir harekette bulunmuyordum. Sanırım bir süre kafamı toparlamam gerekiyordu.
Üst üste aldığım projelerle uğraşmaktan günde yalnızca iki saat uyuyabiliyordum.
Bazen tüm bu işleri siktir edip Jeju'ya yerleşmek, birkaç yıl kafamı dinlemek istiyordum. Orada da evlenir, çoluk çocuğa karışırdım.
Öyle bir gayem yoktu, fakat; sorunlu psikolojime iyi geleceğini düşünüyordum.

Ekranı parlayan telefonumu elime alıp kilit ekranına düşen bildirime tıkladım.
Vien, banyo aynasının karşısında çektiği üstü çıplak fotoğrafını göndermiş, altına ise "sence de beni fazla ihmal etmedin mi?" Diye yazmıştı.

Onunla ne zaman ilgilendim de şimdi ihmal etmiş oluyordum?
Gönderdiği fotoğrafa sikim gram etkilenmemişti. Daha etkileyici şeyler deneyebilirdi.

"Yoksa kendine yeni bir sürtük mü buldun?"

Beni etkileyen birini bulsaydım eğer fena olmazdı.
Fazla çekici bir oğlanı düşünmeyi bıraktıracak kadar...

"Şansını daha sonra dene."

Telefonu dosyanın üzerine fırlatıp arkama doğru yaslandım. Tekerlekli sandalyeyi çevirirken, baş parmağımı çeneme sürtüyor, aklıma düşen anılarla birlikte dudağımın kenarı kıvrılıyordu.

Dün, hayatımın en iyi sekslerinden birini yapmıştım. Ve bunu bana, lisedeyken ikrâh ettiğim çocuk yaşatmıştı. Tam olarak 'ikrâh' kelimesi yakışmazdı, ancak ona benzer bir şeydi.

Sik görmekten ziyadesiyle tiksinirdim, fakat; onun miniği beni gıram tiksindirmiyordu. Öyle ki, bana sakso dahi çektirebilirdi. Seve seve yapabilirdim.
Yönelimimi sorgulatıyordu bana. Tüm doğrularımı çürütüyordu.

Ona sahip olmak istememe sebep oluyordu. Ona ilk dokunanın ben olduğumu, ve son dokunanıyla kalmamı istemem gibi.
Ama ona ufacık bile değer veriyorsam eğer, önce kendimden sakınmalıydım. Benimle başa çıkamazdı.
Nevropatın tekiydim.

Dosyanın üzerinde titremeye başlayan telefonumu alıp kulağıma götürdüm.
"Söyle."
Hattın diğer ucundan, kalabalığın boğuk uğultusunu işittim.
"Havaalanına geldi şimdi... Sanırım bi' yarım saat sonra uçağı kalkacak."
Ensemdeki saçlarımı karıştırıp sandalyeyi çevirmeye devam ettim.

Eğer bencil biri olmasaydım, dediğim şeyler doğrultusunda hareket ederdim, fakat; hodbindim işte. Elden ne gelir?

"Uçağın iptal edilmesini sağla."

"Peki, efendim."

Telefonu elimde çevirirken yüzümde şeytani bir gülümseme peyda etti...

__๑❥๑__

"Hepsi senin yüzünden. Busan'a gelmek istemiyordun, tanrı da dualarını kabul etti."

Gözlerimi devirip bavulumu yatağımın üzerine fırlattım.

"Tanrı dualarımı kabul ediyor olsaydı eğer, şu anda cehennemin dibinde, birilerini çekiştiriyor olurdun."

"Ha. Ha. Ha."

Bavullarını kapının arkasına bırakıp kendini pufun üzerine bıraktı.
Bu sefer Busan'a gerçekten de gitmek istiyordum, fakat şansıma, teknik bir arızadan dolayı iptal edilmişti uçağımız.
En azından Seokjin'i gönderseydim olmaz mıydı?

Ne'er-do-weel // JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin