Chapter Twenty One

160 37 28
                                    

_๑❥๑_

Beni, parasomnianın pençesinden çekip çıkardı saka kuşlarının cıvıltılı sesleri.
Derin ve sesli soluklarım bir süre sessizliğin hâkim olduğu odada rahatsız edici bir şekilde süregeldi. Her sabah olduğu gibi, balkonumu istila eden kuşların ahenkli sesleri, dışarıdaki, acemi bir ıslık sesini andıran poyraz rüzgarının cama çarpan sesine karıştı.
Hafif bir mırıldanma sesi ve yabancı bir koku duyumsadım; alışılmışın dışında, triyaki edici bir biçimde.

Antrasit örtünün beceriksizce örttüğü kalçalarıyla, yüzüstü, boylu boyunca uzanan bedene çevirdim bakışlarımı. Üzerimdeki mahmurluk zayi oldu.
Küllü sarı saçları yastığa itinasız serpilmiş, minik elleri yastığın altında gizlenmişti.
Ağırlığı ile yastık arasında sıkışıp öne doğru büzülen dolgun dudakları arasından ince mırıltılar firar ediyordu. Salyaları ağzında birikmiş, tıkandığını farz ettiğim burnundan homurtuya benzer sesler çıkıyordu.

O kadar doğal, masum ve savunmasızdı ki... Onu bir çocuk gibi korumak, sevgiden yoksun inime hapsetmek istiyordum.

Yüzüne düşen birkaç tutamı işaret parmağımla kulağının arkasına sıkıştırdım ve derin bir iç çektim. Karaltı kaplayan kalbimi kendisi için ihtilâc ettiriyordu. Ne ara oldu bilmiyorum ama, sanırım hayatımın bir yerinde olmadığı sürece işlerim hiçbir zaman yolunda gitmeyecekti.

Benim onu bırakmadığım sürece onun beni bırakmayacağını biliyordum. Tuhaf bir şekilde müteyakkız olduğunu falan düşünüyor olmalıydı. Tüm hissettikleri bariz bir şekilde yüzüne, mimiklerine, ifadesine yansıyordu. Belki de en büyük zayıflığı buydu.

Örtüyü üzerine çekmeden önce belinden öptüm. Vücut ısısı benimkinin aksine oldukça yüksekti. Ateşe değmişe dönüyordu dudaklarım. Yakıyordu onları, bilinçsizce, farkında olmadan; yakıyordu tenimi, ansızın, icâzet almadan.

Omzundan da öptükten sonra örtüyü ensesine kadar çektim. Ağzını şapırdatıp yüzünü yastığa sürttü. Yanaklarından ısırmamak için bakışlarımı balkon kapısının koluna konan kuşlara çevirdim. Herhangi bir zararları yoktu, ekstra temizlik dışında. Temizlikçim bu durumdan oldukça muzdaripti. Onları ilaçla uzak tutma fikrini de öne sürmüştü. Beni gerçek anlamda rahatsız etmeyene kadar onları göz ardı edecektim.

Düşüncelerimden beni çekip çıkardı, komodinin üzerinde titreşen telefonum.
Gözlerimi ovuşturduktan sonra komodine doğru uzandım. Telefonu kulağıma götürür götürmez Hoseok'un soğuktan çarpışan dişlerinin sesi kukaklarımı doldurdu.

"Anasını satayım... Dondum oğlum... Gelip beni Hyehwa-dong'dan alabilir mısın?" Bi' bok yediğinde ki uysal sesiyle konuştu.

"Hyehwa-dong'da ne işin var, sabahın bu saatinde?"

Ellerine hoh hohladı.

"Sana Jaehwa desem, gerisini sen anla..."

Sinirli bir nefes verdim.

"Çok açıklayıcı oldu... Ne yaptı? Donuna kadar soydu mu?"

"Çok pis kandırdı beni. Arabamı da aldı. Donumla kaldığıma şükrediyorum..." Taze odengler diye bir sesleniş eşlik etti bulunduğu yerin gürültülü sesine. Hangi sokakta aylanıyordu acaba. "Hadisene oğlum, dondum diyorum."

"Ne halt ediyorsan et. Uçkurunun peşinden dolanırken bana mı sordun. Azıcık don, aklın başına gelsin."

"Telefonum da arabadaydı. Yaşlı bir amcanın telefonuyla aradım seni. Bana sinirli sinirli bakıyor. Bastonu da var. İki dakika konuşacağım dedim. Senden önce Jaehwa'yı aradım. Tonla küfürü yediğimle kaldım. Hayır yani, bu kız daha önce böyle manyak değildi? Ne oldu acaba?"

Ne'er-do-weel // JikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin