Selaam. Uzun bir ara oldu ama sonunda geldik. Sizi burada çok tutmuyor ve keyifli okumalar diliyorum. Oy vermenizi ve benimle yorumlarınızı paylaşmanızı rica ediyorum.
Benimle yorumlarınızı Twitter'dan #taşlıcalı etiketleriyle ya da İnstagram üzerinden beni ve Taşlıcalı için açtığım hesapları etiketleyerek paylaşabilirsiniz.
Twitter: izyaziyor
İnstagram: izyaziyor / tasliicalipage_
Toygar Işıklı - Babam
❄
"22.08.1998"
Gece sabaha dönmedi, kışın sonu gelmedi.
Bir varmış, bir yokmuş ile başlayan masallar ona hiç söylenmedi.
Çıktığı yolları kanıyla boyayan o kişinin gerçekleri, yalanlara sırtını hiç dönmedi.Adamın kapıya indirdiği güçlü yumruklarının sesi evin içinde acı bir çığlık gibi yankılanıyordu. Zaten o eller bu kapıya gelmeden önce iki canın çığlıklarını acımadan avuçlarına hapsetmişti.
Kapıya iki güçlü darbe daha indi ama açan yoktu. Geçen her saniye adamın bedenini ele geçiren öfkeyi daha da harlıyordu. Üstelik bu soğukta dışarıda kalması yetmiyormuş gibi düşmemesi için tek koluyla sıkıca tuttuğu bebek de ağlamaya başlamıştı. Sanki ortalığı birbirine katmak ister gibi şiddetle esen rüzgara kendi bedeni bile zor dayanırken, doğalı bir saat bile olmayan bu küçük canı soğukta daha fazla tutmaması gerekiyordu.
Çok kısa bir an endişe tohumlarının yüreğindeki kara topraklara düştüğünü hissettiğinde, "Kendine gel," diye mırıldandı sessizce. "Amacını hatırla ve kendine gel."
Kapıya vurmak için kaldırdığı yumrukları bu kez şiddetini biraz daha artırmıştı. Nihayet içeriden gelen adım seslerini duyduğunda burnundan sert bir nefes verdi. Açılan kapının ardından gözleri üstündeki kalın hırkaya sıkıca sarılan kadını bulduğunda dakikalarca kapının önünde kalmış olmasının verdiği öfkeyle sesini yükseltti. "Neredesin sen? Ağaç oldum bu soğukta kapıda."
Yeşil gözlerini soğuktan yüzü kıpkırmızı olmuş bebeğe dikmiş şaşkınlıkla bakan kadın içinden, ağaç senden daha faydalı, diye geçirse de bunu sesli bir şekilde dile getirme riskini almadı. Geri çekilerek adamın içeri girmesine izin verirken, "Uyuyordum, malum saat gecenin üçü," dedi düz bir sesle.
Vakit kaybetmeden kapıyı kapatıp içeri doğru yürürken alacağı cevaptan korksa bile aklındaki soruyu sorması gerektiğini biliyordu. "Ne zaman oldu?" Kastettiği şey birkaç sokak ötede gerçekleşen doğumdu.
"Bir saat olmamıştır herhalde."
Adamın umursamaz bir tavırla verdiği cevaba artık alıştığından tepki vermese de çocuğu salondaki geniş ikili koltuğa bırakıp köşedeki tekli koltuğa yayılarak oturması sinirlerine dokunmuştu. Salondan çıkmak için hareketlenen bedenini durdurmadan nereye gittiğini soran adama, "İçeriden battaniye alacağım. Yeni doğmuş çocuğu alıp getirmişsin buraya, üstelik bu soğukta, donmuştur zavallı," diye sert bir şekilde cevap verdi.
Dakikalar sonra kucağında battaniyeye sıkıca sardığı bebekle yaktığı şöminenin yakınına oturmuş bakışlarını kollarında uyuyan küçük canın masum yüzünde gezdiriyordu. "Sana benziyor." Fısıltıyı andıran sesi geldiği andan beri koltukta sessizce oturan adama ulaştığında cevap alamadı. Adam kendisinin de fark ettiği gerçekle derin bir şekilde yutkunmuş, koltuğun kenarlarına yaslı olan elleri farkında olmadan yumruk haline gelmişti. Oysa kadın kurduğu cümlenin devamını sessizce, içinden söylemişti.
Karakteri sana benzemesin. Hele kaderi, o hiç benzemesin.
"Annesi nasıl?"
Öncekine nazaran daha güçlü çıkan ses kulaklarına dolduğunda bu kez adamı rahatsız eden şey vermesi gereken cevaptı. Lakin dile getireceği şey onu bugüne kadar hiç rahatsız etmemişti. Söyleyeceği kelime onun için sıradan, hayatının çoğu anında şahit olduğu bir duruma aitti. Bu yüzden her ne kadar içten içe rahatsız olsa da tok bir sesle kendisine yöneltilen soruyu yanıtladı.
"Öldü."
Kucağındaki bebeği saran elleri bir anda sanki buz dolu kovanın içine girmiş gibi üşümeye başlayan kadın oturduğu yerde kaskatı kesilmişti. Arkasına dönmek, adamın gözlerinin içine bakmak ve bunun bir şaka olduğunu duymak istedi. Fakat biliyordu; şu anda aynı evin için bulunduğu adam asla şaka yapmaz, hatta bir çok kişinin Azrail'i olma görevini kendisi üstlenirdi.
Sezen neşe dolu bir kadındı ancak bu adamla tanıştığı andan bu yana her gün biraz daha fazla azalan mutluluğuyla baş etmek zorunda kalmıştı. Önünde binlerce farklı yol varken bile isteye seçtiği yolda ne kadar üzülse de vazgeçmemişti. Zaten insan hayatını kendi seçimlerine göre yaşar, sonunda ya sevinçle dolup taşar ya da koca bir enkazın altında kalırdı. O enkaz Sezen'i ilk günden beri esir almıştı fakat kadın son güne kadar yaşamak için savaşmıştı. Yine de bazı savaşların sonu bazen hiç olmaması gereken bir ana denk gelirdi. Bazı savaşlar birileri için biter, başkaları için devam ederdi. Bazen birileri kurtulur, yerine başkaları kurban edilirdi.
Sezen sonunda kurtulmuştu. Lakin bu savaşın yeni kurbanı koca dünyada savunmasız kalan oğlu olmuştu.
"Sen mi?" diye sordu kadın alacağı cevaptan korksa da. Cümlesinin devamını dile getirememişti.
"Hayır." Odada duyulan bu kelime kadın kadar adamı da rahatlatmıştı. Nedenini tam olarak anlayamasa da ilk kez birinin ölümünden sorumlu tutulmaktan korkmuştu. Oysa kendisi yapmış olmasa bile bu ölüme sebep olan etkenlerden birinin kendisi olduğunun farkındaydı. "Zor bir doğumdu. Sezen..." Kısa bir an duraksayarak yutkundu. Onu sevmiyordu fakat ne de olsa oğlunun annesiydi ona göre. "Sezen dayanamadı."
Sessizlik bir kez daha evin içinde hüküm sürmeye başladığında şöminenin önünde oturmaya devam eden kadın kollarındaki bebeğe sarılarak sessizce gözyaşı döküyordu. Kendisi de suçluydu, bunun farkındaydı. Zaten bu hikayenin en masumları doğduğu anda acımasızlığın kucağına düşen çocuklardı. Hep öyle olmuştu, bugün ve bugünden sonra da öyle olacaktı.
"Adı," dedi kadın bir süre sonra. "Adı ne?"
Saatler önce baba olmuş olmasına rağmen içinde babalığa dair hiçbir duygu barındırmayan adam duyduğu soruyla afalladı. Bunu hiç düşünmemişti. İsmi annesi seçer sanmıştı ama bu küçük can annesiyle hiç tanışamamıştı.
"Yok." Sesi kendisinin bile beklemediği şekilde pürüzlü çıkmıştı. "Ben hiç düşünmedim, Sezen düşündüyse de bilmiyorum." Boğazını temizleyerek oturduğu tekli koltuktan kalktı. "Sen bulursun bir isim, bana da söylersin." Adımları kadının baş ucunda durduğunda, "Ben birkaç güne her şeyi hazır etmiş olurum," diye devam etti. "Buradan gideceksiniz, ben söyleyene kadar da asla dönmeyeceksiniz."
Sözlerini bitirir bitirmez gitmek için hareketlenen adam tam salondan çıkmak üzereyken kadının konuşmasıyla duraksadı. "Kerim." Kadının sesi bu gece ilk kez bu kadar kendinden emindi. "Annesi benim, bunu hep böyle bilecek."
İtiraz etmeden bu isteğini onaylayan adamın gitmesinin ardından bir süre sessizce bebeği izlemeye devam etti. Bir an sonra dudaklarından dökülen kelimeler kucağındaki çocuğun ilk ninnisiydi.
"Büyüyecek ve senin için gelecek. Annesine yaşattıklarının hesabını sormadan da asla vazgeçmeyecek."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Taşlıcalı
Ficción GeneralBerfu Sezer bir gece yarısı evinden alınarak hiç bilmediği topraklara getirildiğinde hayatının ne kadar değişeceğinden habersizdi. İlk kez annesinin anlattığı hikayelerde duyduğu, her karışına hayran olduğu vatanına gelmek en büyük hayaliydi ama bu...