Kadıköy stadı daha hava kararmadan dolmayı başarmış, ortam kalabalıklaştıkça coşku daha da artmıştı. Bulunduğum tribündeki binlerce insanın ağzında birbirinden farklı nice tezahürat ve o meşhur beste vardı.
'Hain başkanı... Atatürk düşmanı...'
Tüm bu kışkırtıcı meydan okumalar ortamın tansiyonunu daha da yükseltirken onca insanın yüreğindeki tutkuya bu kadar yakından şahitlik etmek büyüleyiciydi.
Maça dakikalar kala Fenerbahçe ve Galatasaray'ın oyuncuları kaptanlarının önderliğinde sahada göründüğünde her iki taraftardan da güçlü bir alkış tufanı koptu.
Gözlerim, takım arkadaşlarının arasında Barış'ı aradı. Adetâ 'ben buradayım!' diye bağıran parlak platin saçları sayesinde saha içinde onu ayırt edebilmekte asla zorlanmıyordum.
Oyun alanına attığı ilk adımla beraber kendisini baştan aşağı süzerken şortunun yine bir tarafını yukarıya çemrediğini fark edip güldüm. Bu huyundan asla vazgeçmeyecekti.
İki takım da İstiklal Marşı için yan yana dizildiklerinde kısa bir anlığına göz göze geldik. Ona içten bir gülüş sunup dudaklarımı oynatarak şans dilediğimde belli belirsiz gülümsemesiyle karşıladı beni.
Hakemin ilk düdüğüyle beraber şiddetini arttıran taraftar çığlıkları, sanki maçta değil de mevcut bir savaşın ortasında gibi hissettirmişti beni. Buradaki atmosfer, çok başkaydı. Ama insana sebebini anlamayacak kadar iyi de hissettiriyordu.
Zaman ilerledikçe heyecan katlanıyordu. Benim ise bazenleri ister istemez maçtan odağım kopuyor ve sadece Barış'ı izlerken buluyordum kendimi.
Barış, her zamanki Barış'tı. Rakibiyle boğuşuyor, uzun toplara çıkıyor, oradan oraya sürekli ciğersiz gibi koşturuyordu ve 90 dakika boyunca bunu tekrarlarken asla yorulmuyor oluşu; beni kendine daha da hayran bıraktırıyordu.
Bu -bir nebze de olsa- benim yüzümden aldığı cezadan sonraki ilk maçıydı ve taraftarın tekrar gözüne girebilmek için tüm varlığını ortaya koyduğu anlaşılıyordu. Aynı zamanda oldukça da stresliydi. Çünkü en ufak hatasında yerden yere vurulacağının farkındaydı.
Euro dönemindeki başarısı sebebiyle herkesin gözünün önünde olmak, hayranlarını çoğalttığı gibi eleştirenlerini de arttırmıştı. Üstelik en yakın takım arkadaşlarından biriyle yaşadığı sorun, sosyal medyada linç yağmuruna tutulmasına sebep olmuştu. Aramızda bunun muhabbeti hiç geçmese de içten içe o yorumların kendisini yıprattığını biliyordum ve bu yüzden şu an gösterdiği olağanüstü çabayı da anlayabiliyordum.
20. dakikada Torreira'nın gelişine sert vurduğu top, önce direğe daha sonra Livakovic'e çarpıp ağlarla buluşurken tüm Galatasaray taraftarıyla birlikte sevinçle ayaklandım.
Çevremdeki insanlar eşliğinde coşku içinde bağırırken bu duyguyu 24 senedir bir kez bile yaşamayı tercih etmeyen kendime kızdım.
Babam, küçükken Fenerbahçe maçlarına götürmeye çalıştığında onu ısrarla redddeden kızını, şu an Galatasaray tribünlerinde Fener gol yediği için deli gibi sevinirken görse sinirden muhtemelen küplere binerdi.
İlk yarı Osimhen'in Mertens'e yaptığı asistle birlikte 2-0 tamamlanırken taraftarların alkışları eşliğinde tüm takımın sahadan ayrılışını izledim. Telefonuna bakma fırsatı bulacağından pek emin olmasam da Barış'a yazdım.
Siz:
çok iyiydin!!!😭😭😭🩷🩷
hepiniz çok iyiydiniz yaniTelefon ekranını kilitleyip cebime koyma fırsatı bulmadan mesajımdaki tikler maviye dönüştüğünde gülümsedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
25 kilo patlıcan | barış alper yılmaz
Fanfictionnasıl olsa görmez diye düşünen yağmur çözer, barış alper yılmaz'ın mesaj kutusunu not defteri olarak kullanmaya başlar. - hayat beni tekrardan 13 yaşında hissettirsin diye yazdığım fic | 10.07.24 - 27.07.24 #futbol | 1 ✓ 16.09.24 #instagram | 1 ✓ 14...