0.9

364 164 243
                                    

"Sen şimdi bir hafta boyunca orada tutulduğunu ve hiçbir bok yapılmadığını mı söylüyorsun?"

Belki de yüzüncü kez göz devirdim Seungmin'e. İkimiz de acil yardım çadırlarına malzeme getirmek için Chan tarafından görevlendirilmiştik, şimdi de malzemeleri sayan Yeji'yi beklerken onun o bitmek bilmeyen sorularını dinliyordum.

"Chan uyardı dedim kaç kere," dedim tekrar ve tekrar. "Onlar bana dokunmadı ben onlara dokunmadım."

Yani biraz, belki biraz hırpalaşma ama işin sonunda ölü yok, o yüzden dokunmak sayılmaz.

Elini çenesine yasladı. "Hiç güven vermeyen bir tipin var, inanamadım."

Eğer gerçeği bilmesem o ve Chan'a kardeş derdim, birbirlerine tıpatıp uyumlu olan bu düşünceleri adeta beni sinir etmek içindi. "Chan da aynısını demiştim," diye söylendim. "Sana ne lan, yaşıyor muyum yaşıyorum. Hadi kutuyu al."

Seungmin bu sözlerim üzerine kutuları alıp gülse de gözlerindeki o boşluğa dalmak eylemini tamamen görmüştüm. Bu hareketi çatılan kaşlarımı daha da çatarken Yeji bir diğer kutuyu elime tutuşturdu. "Akşam seni lütfen evde göreyim."

Burun kıvırdım. "Bakarız." Omuzuma vurdu.

Sırayla Seungmin ve ben çadırdan çıktığımızda istemsizce etrafta dolaştı gözlerim. Savaş zamanı burası bir sürü çadırla doluydu ve şimdi hemen hemen hepsi kaldırılmış, sadece üç büyük çadır kalmıştı.

"Hayat çok garip değil mi?" diye mırıldandım ama cevap gelmedi, şokla kafamı çevirirken Seungmin'i epey ileride gördüm, hızla atıldım. "Hey, beklesene!"

Koşarak ona yetiştiğimde ikimiz ara sokaklara giriş yaparak karargaha vardık, kalan malzemeleri depoya bıraktıktan sonra yerlerimizi aldığımızda hafifçe ayağını dürttüm. "Senin canın niye sıkkın?"

"Sıkkın falan değilim Hwang, sana gelmişler yine."

"Yeme beni Seungmin, ben seni bir iki gündür tanımıyorum. Ben seni çocukluğundan beri tanıyorum."

Sözlerimle Seungmin'in elindeki kalem durdu, her ne çeviriyorsa birkaç saniye duraksarken gözümden kaçmadı bu hareketi. Onu bölmedim, diyeceği şey her neyse dudaklarını birkaç kere aralayıp geri kapattı ama söyleyemedi.

Aralanan dudakları yanımıza Chan'ın gelmesiyle kapanırken ikimiz de ayaklanarak selam verdik, Chan bana baktı. "Hwang birazdan Amiraller gelecek, konuşacağız. Sende olacaksın, Seungmin aynı şekilde sende."

Gözleri Seungmin'i buldu sefer. "Yerinize birkaç saatliğine birilerini koyacağım, ikiniz toplantı odasına geçin Komutanlar gelmeden."

"Emredersiniz Komutanım."

İkimiz direkt merdivenlere yönelirken Seungmin bana baktı. "Ne oluyor şimdi?"

Toplantı odasına girdim. "Öğreniriz bakalım kim ne bok yemiş."

Dirseği ile karnıma vurdu. "Ağzının ayarını..."

Kıkırdayarak onu ittiğimde o da gülmüş "Seni gülerken görmeyi özledim," deyip huysuz ifademe de laf attıktan sonra masadaki belgeleri direkt dağıtmaya başlamıştı.

Ona yardımcı olarak ben de belgeleri dağıtırken cidden epey bir süredir gülmediğimi fark etmiştim onun bu cümlesiyle ve bu da dosyaları dağıtırken zihnimin içinde dönüp durmuştu. Komutanlar gelince hepsine selam verip en son biz oturduğumuzda kaşlarım çatıldı yine.

Çok uzatmadan konuya girdiler. "Aldığımız istihbaratlarla beraber," dedi. "Çin, Japonya ve Kore'ye karşı hazırlıklarda bulunuyormuş."

Daha da çatıldı kaşlarım, bu hazırlığın 'iyi' bir hazırlık olmadığını bu odadaki herkes anlamıştı. "Savaştan çıksak da her iki ülke de kendilerini yeni toparlıyor, toparlamaya çalışıyor onlar da bunu fırsat bilmiş olmalı. Bu yüzden size ihtiyacımız var Hyunjin ve Seungmin."

die with a smile, hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin