"Hoshi."
Onun adının dudaklarımdan ilk kez çıkışıydı, onun adı sanki bir ipi tutup da boynuma geçirmek gibiydi. Boynumdan ipi ben geçiriyordum ama beni kim boğuyor, işte onu bilmiyordum. Silahım yanımdaydı, kendime verdiğim sözü tutarak onu da öldürmeliydim aslında.
İstemsizce silahımı tutan elim sıkılaştı bu düşünceyle, çekip vursam ve kaybolsam hiçbir şey olmazdı ama bir şey bana engel oluyor, engelsiz yolumu sadece ben durayım diye engelle dolduruyordu.
Sadece birkaç metre ötemde, yüzünde küçük bir gülümseme ile bana bakarken adını ilk kez söylemem onu duraksatmış gibiydi. Önce kaşları havalandı sonra kıvrılan dudakları düştü ve ben şaşkın yüz ifadesini gördüm ama kendimi toparlamam hızlı oldu.
Ona doğru ilerledim. "Ne işin var burada?"
Gerçekten ne işi vardı, onu bırakmışken nasıl gittiğim her yerden çıkıyordu anlamıyordum. Omuz silkti. "Dedim ya, hayat bizi ayrı tutmak istemiyorsa demek ki."
Bıkkın bir nefesle "Hoshi," dediğimde oturduğu yerden kenara kaydı. Oturmam için bana yer verdiğinde oturmadım. "Neden buradasın? Burada ne arıyorsun?"
Yüzüme baktı bu sefer. "Sen neden buradasın, ben de buradayım." dedi bozuk Korecesi ile. Kaşlarım çatılırken o da ayağa kalktı. "Tek senin ülkene saldırmayı düşünmüyorlar Hwang."
Bunu kurması, toplantıda Chan'ın 'Japonya'ya ve Kore'ye' cümlesi gelirken "Nasıl geldin?" dedim bu sefer alayla. "Koskoca generalin oğlusun ya."
"Abimi biliyorlardı," dedi. "Sonra o öldü, benim yüzümü bilmiyorlar."
Evet, dedim içimden. Abini ben öldürdüm ama senin haberin yok.
"İyi," dedim sadece. "Ne yapıyorsan yap, benden uzak ol."
Arkamı döndüğüm gibi sokaktan çıkarken kurduğum cümlenin aksine onun burada ne sıfatla, nasıl durduğunu merak ediyordum aslında ama bunu ona sormazdım. Yol boyu düşündüğüm bu şeyle eve gelirken bahçeye girdiğim gibi Seungmin'i biri ile konuşurken gördüm.
Arkası bana dönük olan kişi her kimse direkt kaşlarımın çatılmasına sebep oldu, kapıyı kapatmamla beraber Seungmin "Nerede kaldın?" dedi. Karşısındaki kişiye baktı. "İstihbarat ajanlarımızdan biri geldi... Ya da buradaki mi demeliyim?"
"Ne?"
O kişi bana döndü.
İşte tam da o an gerçekten şaşırdım çünkü karşımda duran asker, Kento Hoshi'nin yanından ayrılmayan Yang'dan başkası değildi.
Ve Kento yanından ayrılınca o da buraya gelme fırsatı bulmuştu.
Bana doğru yürüdü, selam verdi. "Yang Jeongin."
Aynı asker selamı ile karşısında durdum. "Hwang Hyunjin."
"Şaşırdığınızı biliyorum ama bunu daha uygun bir zamanda açıklayacağım." diye konuştu direkt mevzuya girerek. "Olaya Japonya da dahil olduğu için buraya gelmek durumunda kaldım, size en yakın ben olduğumdan ilk istihbaratı ben vereceğim."
Kafamı salladığımda devam etti. "Yarın akşam meydandaki birahanenin arkasında bir gazino işletiyorlar, komutanlar orada olacak. Herhangi bir bilgiye karşı orada olmanız lazım."
"Oraya nasıl gireceğiz?"
"İçeriye sizi Üsteğmen Lee alacak, birahaneye zaten siz kendiniz girebilirsiniz. Aldığımız istihbarata göre sevkiyat için buluşacaklar bu gece ve sevkiyatın detayları lazım."