"bana bir şans ver..."

340 33 12
                                    

Çok sevdiğiniz birisini hayatınızdan çıkarma zorunluluğu, beni ikinci defa bulmuştu. Artık ne masumduk ne de sevgim beni mutlu ediyordu. Bunu bir dert olarak göremeyecek kadar saftım bu sevgiye karşı. Kendi ellerimle sonunu hazırlayacağımı bilsem yine Barışı seçerdim herhalde. Seçtiklerim, yürüdüğüm yol, hayatım hep ondan ibaretti. Ama kabul edemeyeceğim bir alışkanlık vardı. Utanarak söylüyorum ki, Barışın yokluğunda onu hatırladığım gibi sevmiştim. O küçük Barış'a aşıktım. En son onu gördüğüm haline aşıktım ben. Şimdi beni kırmaktan, bana bağırmaktan ve beni itelemekten geçmeyen adam bana yabancıydı. Sevgimi bu şekilde kirletmek istemiyordum.

Yanımda derin bir uykuyla bütün düşüncelerimden bir haberdi belki. Belki herşeyi zaten biliyordu. Küçük Barış benim zaafımdı. Bana kıyamayan, beni koruyan, sevgisini en güzel şekilde belli eden, onun için ondan bile vazgeçeceğim kadar değerdi. Ama şuan tanıdığım Barış, bu saydıklarımdan hayli uzaktı. Masum değildi. Agrasif, sinirli, kırmaktan ve kırlımaktan korkmayan biri olmuştu.

Belkide haksız düşüncelerdi kafamın içindekiler. Sevginin her türlüsünü insanın kabul etmesi gereken bir şey gibi davranamazdım. İyi gün kötü gün meselesi değildi bu. Kırmak, dökmek sevdaya dahil değildi. En saf halini yaşamıştık biz beraber. Hatalar elbette olurdu. Ama sonrası daha kötüsüyse eğer, bana göre ilk haline ihanetten başka bir şey değildi.

Onu hatırlarımdaki gibi sevmeye devam edebilirdim. Ama bu şekilde onu seven kadına yazıktı. Mazlumları oynaktan da sıkılmıştım. Öyle ya da böyle bir hayat yaşamıştım işte.

Sabahın ilk ışıklarında dün gecenin kötülükleri ilk beni bulmuştu. Ondan önce uyanmıştım. Gitmek istemiyordum. Artık bir şeyleri oturup gerçekten konuşmak istiyordum. Üzerimdeki kıyafetlerden kurtulmak önceliğim olmuştu. Yatak odası beklediğimden de büyüktü. Ve sadece bir yatak ve iki komodin dışında hiç bir şey yoktu oda da. Odanın sadeliğini bozan duvarda birden çok tabloların olmasıydı. Beni en çok şaşırtan ise küçük Tombik küçük bir çerçevede asılıydı duvarda.

Bu fotoğraf, ilk okula başladığımızda annem tarafından çekilmişti. Varlığını bile yeni hatırlıyordum doğrusu. Diğer tablolar ise Galatasaray ile doluydu. Birinde -ki bu en büyük tabloydu- sarı kırmızı forma içinde Barış Alper vardı.

Odanın içinde bulunan iki kapıdan birinde giyisi odası bulduğumda hemen üzerindekilerden kurtulup bol bir tişört ve eşofman giydim üzerime. Bu odada ise her şeyden fazla falza vardı. Tek renk kıyafetleri bile pantolon-gömlek olarak ayırmıştı. Saatler, takılar şapkalar için bile ayrı dolap vardı. Ve gerçekten düzenli duruyordu.

Yataktan çıkarken yan yatan adam şuan yüz üstü, çıplak bir şekilde yatıyordu ve bu görüntü enfes duruyordu. Gidip çıplak sırtına bir öpücük koymak isteyeceğim kadar.

Odadan çıktığımda koca bir ara hol vardı. Duvarlar griydi ve iç karartacak bir görüntüdü bana göre. Mesela dün farketmediğim bir çok hatıra vardı benimle ilgili. Çerçevelerde benimle ya da ailesiyle birlikte çekildimiz fotoğraflardan tutun küçük Asiyenin atkısına kadar saklamıştı. Yüzümde ufak bir tebessümle nihayet bulduğum mutfağa girdim. Mutfak fazla, çok fazla sadeydi. Görünürde dolaplar ve mutfak eşyaları vardı evet ama boş dolaplar resmen ben bekar eviyim diye bağırıyordu. Her şeyden sayılı vardı. Çatal bıçaktan bile. Buz dolabının içinde ise her şey fazla sağlıklı besinlere doluydu. Bu görüntüye yüzümü buruştumadan edemedim. Beyefendi zamanında üç tabaktan aşağıya en yağlı yemekleri yemiyor gibi şu görüntüye birde göz devirdim. Eh, o vücut üç tabak sarma gömerek olmazdı tabi.

En azından kahve çeşitleri çoktu. Kendime bir kupa kahve hazırlarken "Tombik!" diyen sesini duydum. Yine gittiğimi sanmış olmalıydı. Kahveyi kupaya koyarken "Mutfaktayım!" diye cevap verdim. Yeniden bir kahve koyarken mutfağa girmişti.

ÖKSÜZ (Barış Alper Yılmaz)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin