"Tombiksiz sarı.."

312 22 2
                                    

Yaşamı boyunca birçok yarılgıya düşmüştü. Ona çok acı çektiren yanlış işler yapmıştı. Hiçbiriden pişman değildi; çünkü yapılması gereken yanlışlardı bunlar. O yanlışları ancak yaptıktan sonra onlardan kurtulabilirdi.
Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordu. Ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı, insanın birlikte ölmesi gereken şeydi. Kollarda, başta en ufak güç bırakmayan, yastıkta kafayı bir yandan öbür yana çevirme cesaretini bile yok eden şeydi.
Barış Alper yanıyordu.
Bir kor gibi canı yanıyordu.
Elleri arasındaki tombul yanakları biraz sonra kaçacakmış gibi sıkı sıkı tutuyordu.
"Neden?" dedi. Neden yapmıştı ki. O tombik olmadan nefes bile almayı istemiyordu. Gitmesindi. Tombik, Barış Alberin zaafıydı. Barış Alper için Asiye sevdanın en saf hali olduğu kadar karanlık bir zaaftı. Alışkanlıktan uzak, bağımlıydı ona. Kabul etmeyecekti kolay kolay gidişini. Bırakmasın kendisini, yeter ki yan yana olsunlar, tüm hayatını adadığı futbolu bile bırakmaya vardı. İlk aklına bu ihtimal geldi. Futbol yüzünden Asiye'ye vakit ayıramıyordu ama yemin edebilirdi ki bir an aklından çıkmıyordu tombul yanaklı sevdiği.
Sonra mahalleden birinin kalbini kırdığı Allah korusun genç kıza bir şey yapma ihtimalleri geldi. Bu onu öfkelendirdi. Vücudundan bir elektrik akımı geçmiş gibi titredi. Taş taş üzerine bırakmazdı.

Her şeyi düşündü bu kısacık zamanda. Herşeyi...

Ama bu ihtimallerin arasında en sevdikleri yoktu. Ona ihtimal dahi vermeyecek kadar güveniyordu ailesine.
Tuttuğu yanaklar ellerinden kayıp giderken büyük bir korku hissetti. Son diyerdu dinlemek istemediği bir yanı. 'Bu son!'
Koşmak istedi. Önüne çıkan engelleri aşmaya çalışıyordu ama yetişemedi. Bir daha tutamadı onu uzanamadı o yanaklara. Ağladı, dövündü en çokta hayal kırıklığına uğradı.

Sonra araya zamanlar girdi, mekânlar girdi, insanlar girdi. Yaşamak, düşlerinin büyüklüğüne göre acı veriyordu artık kendisine.

"Hiç mi, istemiyormuş abla?" Derken bunu kaçıncı defa sormuştu ablasına kim bilir. Annesine ya da babasına.

Ablasının ahizenin ucundan aldığı içli ve sıkıntılı nefesi duyması bile yeterliydi cevabını almaya. Ama duymaya ihtiyacı vardı.

"İstemiyor! İstemiyor, Barış! Anla şunu artık! Ne zaman baz geçeceksin? Sana da yazık değil mi ablam? Noğlur bırak artık..."

Barış, konuşmak ablasının dediklerinin aksine bir şeyler demek istedi ama yapamadı.

"Bırakamam.." diyebildi kırık bir sesle.

Nasıl bıraksındı? O bütün hayatını Asiye'ye göre inşa etmişti. Nasıl nefes alınırdı Asiye öğretmişti sanki ona. Ona olan sevgisi öylesine değildi ki..
İçine işlemişti. Onu istiyordu. Ellerini tutmak saatlerce sevmek güzel süslü cümleler söyleyip onu utandırmak istiyordu. Tombul yanakları al al olsun bu görüntüyü saatlerce izlesin istiyordu. İçi giderdi kırmızı yanaklarını izlerken. Sevmeden edemezdi. Saatlerce dudakalrı o yanaklara yapışıp kalsa bir of demezdi. Dudaklarının yeri o yanaklardı.

Zaman onu kıskanıyordu sanki; gençliğinin gülleriyle, zambakları savaşıyordu. Zamanla rengi solacak, yanakları çökecek, gözünüzün feri gidecekti. Öyle çok acı çekeceksti ki... Zamanın getirdiği boşluğu doldurmak bile istemeyecek kadar alışacaktı bu acıya.

ÖKSÜZ (Barış Alper Yılmaz)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin