1.9

75 10 3
                                    


Selamlaar nasılsınız birtanelerim? 

Melih'in ağzından böyle bir bölüm yazmak çok hoşuma gitti. Birazda olsa onu tanıyabileceğinizi umuyorum. 

İyi okumlar diliyorum...

Melih Alp Aksel

Hayatınızda olmaya devam eden ancak bir o kadar da bunun olmasını istemediğiniz kişiler vardır.. O kişi çoğu insanın aksine şu anda yanına gittiğim babamdı. Sevgi gibi güzel duyguları ona karşı hissedemiyordum ve bu kalbimde kabuğa bağlanmış bir yaraydı. Öyle ki bazen bu kabuk artık soyulup düşmesi gerekirken sökülüyor, daha şiddetli kanıyordu.

Hoş artık daha ne kadar kanayabilirdi onu da bilmiyordum ya. İstanbul trafiği ona ulaşmamı birazda olsa engellemeye çalışırken ben yine tekrarlanacak o konuşmaya karşı cevabımı zihnimde tekrar ediyor, hızla bunları söyleyip geri dönmek istiyordum.

Tabi bu ne kadar istediğim gibi olurdu onu da bilmiyordum. Sonuçta Cihat Aksel dediğim dedik biriydi ve yine! Son ana kadar savaşacaktı. Ve bende onun dedikleri duymamış gibi yapacak, evime geri dönecektim.

Sürecin bu olacağını dahi bilsem ruhuma çöken o ağırlıktan kurtulmakta oldukça zorlanıyordum. Ancak bir o kadar da alışmıştım buna işte. Zaten insan hep istemediği şeylere alışmaz mıydı?

Kısa sayılamayacak bir süre sonra şirkete ulaşmış hiçbir şekilde oyalanmadan onun odasına çıkmıştım. Asistanına bir şey deme gereği duymayarak odasına girdiğimde genç kadın yine mahcup ifadeyle patronuna baktı. Ben ise yıllardır bu adama nasıl dayandığını merak ediyordum. Çünkü ben onu ayda bir kez görmeye dahi katlanamıyordum.

Bu hareketim onu şaşırtmamış gibi bana gülümsedi, yeşil gözleri yine de ardındaki hayal kırıklığını gizleyemezken ondan aldığım açık kahve saçlarını düzeltti-sanki buna ihtiyacı varmış gibi. Sonuçta her zamanki gibi takım elbisesi ve asla bozulmayan –bunun ardında artık farklı güçler olduğuna inanmaya başlamıştım- saçı ile beni şaşırtmamıştı. Ardından sekterine attığı bakış ile kadın mesajı almış kapıyı kapatarak odadan ayrılmıştı.

Selam verme gereği duymayarak sağ çaprazındaki siyah deri koltuğa oturdum. Rahat bir oturuş sağlarken elimi saçlarımdan geçirerek dağıttım. Onun aksine kumaş, siyah bir pantolon ile bedenimi saran beyaz bir t-shirt giymiştim. Onun gözünde şu anda bir serseriye benzediğime dahi eminim ancak bunu gerçek olmadığını da biliyordum. Aslında...onun benim için düşündüğü her şeyin doğru olmadığını da biliyordum. O benim hakkımda daha doğrusu benim geleceğim hakkında asla doğru düşünmezdi.

Beni...toplumun erkek dediği o kalıba sokmak için oldukça zorlamıştı çünkü eğer o kalıba uyulmazsa gerçekten bir erkek olmayacağımı düşünüyordu. Ve kendi de bu kalıplara uymaya oldukça çalışıyordu. Ancak bildiğim tek bir şey vardı ki doğru bir şey yapmıyordu. Kendi değildi ve benimde kendim olmama izin vermemişti.

Ve bende onu hayatımdan çıkarmıştım.

Çünkü erkek diye tanımladığı insanların aslında kendini tüm canlılardan üsten gören; dünyaya, kendine ve hayatındaki herkese hayatı zindan eden varlıklardan farkı yoktu. Ancak o böyle düşünmüyordu. Evet, bazı konularda kendini geliştirebiliyordu ancak hala fazlaydı. Benim babam olamayacak kadar fazla hırslı ve acımasızdı. Ve ben öyle olmak istemiyordum.

"Bu hal ve hareketlerin artık beni şaşırtmıyor. Yeni şeyler denemelisin." diyerek arkasına yaslandığında sırtım bu hareketimin onu sinir edeceğini bilerek. Omuz silktiğimde başını iki yana salladı onaylamadığını tekrar edercesine ve derin bir nefes alarak artık ezbere bildiğim o cümleyi söyledi. "Artık şirketin başına geçmen gerekiyor." şaşırtmadığımı belli edecek şekilde güldüğümde bunun ardında ki öfkenin varlığını ikimizde hissediyorduk.

DAUPHİNE/TextingHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin