7. Sıradanlaşan karanlık

7 5 0
                                    

Günler geçtikçe, Ali’nin durumu giderek daha da kötüleşiyordu. Hastane odasında geçen zaman, karanlık bir labirent gibi uzayıp gidiyor, her köşede Ali’yi bekleyen belirsizliklerle dolup taşıyordu.

Tarık’ın sesi, artık onunla iç içe geçmiş, Ali’nin kendi düşünceleri gibi davranmaya başlamıştı. Artık ne zaman yalnız kalsa, o sesi dinlemekten kaçamaz hale gelmişti.

Her sabah, hemşireler odaya girdiğinde Ali, daha da derin bir çöküş içinde buluyordu kendini. Gözleri, eski canlılığını yitirmiş, içindeki umutsuzlukla dolup taşmıştı. Tarık, sürekli fısıldıyordu: “Seni kurtaracak hiç kimse yok. Hiçbir şeyin kalmadı, Ali. Korkunun pençesinde mahkûmsun.”

Ali, gözlerini açtığında, pencereden gelen solgun ışık ona sadece karanlığı hatırlatıyordu. Dışarıdaki dünya, bir hayal gibi uzak görünüyordu; yeşil ağaçlar, mavi gökyüzü ve insan sesleri, artık hissetmediği bir gerçeğin parçasıydı. İçinde bir şeyler kopuyordu; ruhundaki çığlık, yavaş yavaş sessizleşiyor, yerini bir boşluğa bırakıyordu. Her gün biraz daha kayboluyordu.

Tedavi seansları, doktorların bekleyişleri ve hemşirelerin endişeli gözleri, Ali için birer yük haline gelmişti. “Nasılsın, Ali?” sorusuna yanıt vermekten kaçınıyor, sadece içindeki boşluğu yansıtıyordu. Tarık’ın sesi, onun ruhunu esir almış, her gün biraz daha sarmalamıştı. “Onlar seni anlamıyor. Hiç kimse seni anlamıyor,” diye fısıldıyordu.

Ali’nin aklındaki düşünceler, birbirleriyle çarpışıyor, bazı günler ona umut vermek istese de, çoğu zaman karamsarlıkla buluşuyordu. Kalbindeki boşluk, bir yandan canını yakarken, bir yandan da bu boşluğu dolduracak bir şey aramaktan vazgeçmesine neden oluyordu. Kendini bir tür hapsolmuşluk içinde hissediyordu; özgürlük hayalleri, Tarık’ın karanlık dalgaları altında boğuluyordu.

Bir akşam, odasında oturmuş, duvarlara bakarken, içindeki kaos daha da belirginleşti. Hemşirelerden biri, Ali’nin yanına yaklaşarak, “Bugün biraz yürüyüş yapmaya ne dersin?” dedi ama Ali’nin gözleri sadece Tarık’a odaklanmıştı. “Yürümek istemiyorum,” dedi. İçindeki boşluk, ona yalnızca karanlığı ve çaresizliği hatırlatıyordu.

Tarık, ona daha da yaklaşarak, “Biliyor musun? Yürüyüş yapmak, hayatın ne kadar anlamsız olduğunu daha iyi anlamana yardımcı olur. Dışarıda bir dünya var, ama sen oraya ait değilsin,” dedi. Ali, bu sözlerin etkisiyle kafasını daha da karıştırdı. Tarık’ın sesi, adeta zihnindeki karanlık düşüncelerle birleşerek, onu daha derin bir çöküşe sürüklüyordu.

Her geçen gün, Ali’nin ruhu daha da kararmıştı. Yalnızca bir yansıma gibi hissediyordu; içindeki karanlığın bir uzantısı. Kendi bedeniyle barışık değildi; sanki bir yabancı gibi görünüyordu. Kendini her zamankinden daha da kaybolmuş, boş ve umutsuz hissediyordu. Odanın içinde, seslerin karıştığı anlarda Tarık, onun üzerinde bir gölge gibi süzülüyordu. “Hayat senin için sadece bir kâbus. İnan bana, asla kurtulamayacaksın.”

Ali, bir akşam üzeri, pencereden dışarı bakarken, dışarıda yaşanan hayatı izledi. İnsanların gülümseyip, gülüp eğlenmesini görmek, ruhundaki acıyı daha da derinleştiriyordu. Kendi hayatı, karanlık bir boşluk haline dönüşmüştü. O an, Tarık’ın sesi yeniden yankılandı. “Görmüyor musun? Hepsi bir yalan. Dışarıda seni bekleyen bir hayat yok. Senin için her şey bitmiş durumda.”

Ali, gözleri dolarak geri çekildi. “Hayır, bu böyle olamaz!” diye fısıldadı ama kendine bile inandıramadı. Tarık, yine gülerek yanına yaklaştı. “Kendini kandırıyorsun. Kendi karanlığını kabullenmelisin. Yalnızca onu kucaklarsan, belki de bir çıkış bulabilirsin.”

Gözyaşları yanaklarından süzülürken, Ali artık ne yapacağını bilemez bir haldeydi. İçindeki boşlukla baş başa kalmıştı. Geçmişteki hayaller, umutları ve sevgi dolu anıları sanki bir sis perdesiyle örtülmüştü. Artık her şey daha da kötüye gidiyordu. Hayatının anlamını yitirmiş, kendisiyle yüzleşmekten kaçan bir hayalet gibi dolaşıyordu.

Bir gece, odaya giren hemşireler, Ali’yi yerde yatarken buldular. Gözleri kapanmış, yüzünde donuk bir ifade vardı. Tarık’ın sesi hâlâ zihninde yankılanıyor, Ali’nin ruhunu tamamen ele geçiriyordu. “Artık dayanacak gücün kalmadı. Karanlığa teslim olma vaktin geldi,” diye fısıldıyordu. Ali’nin içindeki bu boşluk, artık onu esir almıştı; karanlık, gün geçtikçe daha da derinleşiyordu.

Artık günlerin geçmesi, ona sadece daha büyük bir yalnızlık ve çaresizlik hissi getiriyordu. Zihnindeki çöküş, bir virüs gibi yayıldı; Tarık, bu çöküşün en derin köşelerine kadar ulaşmayı başarmıştı. Ali, günden güne kayboluyor, daha da kötüye gidiyordu.

Kayıp Zihinler Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin