(11) - moon sam 🖇️

5 0 0
                                    

Sonunda kapalı olan gözlerimi araladım ve Felix'e baktım. Sanki Dünya'nın en heyecanlı şeyini izlemiş gibi bir hâli vardı. Dahası asla hata yapmış gibi hissetmiyordum. Aksine hayatım da ilk defa iyi bir şey yapmış gibi hissediyordum.

Felix hâlâ bize bakıp sırıtırken Minho'ya son kez baktım ve boğazımı temizleyerek, "Artık evlere dağılalım." dedim.

Felix hâlâ gülümserken başını salladı ve ayağa kalktı. Sendeleyerek Yanımıza geldi ve Minho'nun omzunu pat patlayarak, "Hadi çifte kumrular gidiyoruz." dedi. Ona göz devirerek ayağa kalktım ve Minho'nun peşinden yürümeye başladım.

Minho aşırı derecede sessizdi, sanki az önce dudaklarımı resmen yememiş gibi tepkisiz duruyordu.

"Minho," sinirle söylenince bana döndü. O an anladım ki utanmıştı. "Biz az önce öpüştük." Diye devam ettirdim. O an ayık olsaydım asla böyle böyle bir şey söylemezdim.

"Şey... Yani... Şimdi bizim ne olduğumuzu mu soruyorsun Jisung-ah?" Kararsız bir sesle söylediklerinden sonra önüne döndü.

Biraz düşündüm. Bunu sormamıştım, ama sormak istediklerim arasındaydı. Harbi lan, biz şimdi neydik?

"Ah, Ne? Hayır. Bu bir daha olacak mı?"

Gülümseyerek söylediklerimle bana döndü ve bir eliyle belimi sardı. Kalbim tüm bedenimi sarsacak kadar atarken dudaklarımı dudakları arasına aldı ve fazla uzaklaşmadan dudaklarımızı ayırdı.

"Mümkünse seni istediği zaman öpebilecek o kişi olmak istiyorum, Jisung."

(...)

Ağır bir baş ağrısıyla gözlerimi açtım ve yavaşça doğruldum. Doğru ya, dün piknikte içmiştik, bu yüzden olmalıydı. Banyoya gitmek için kalkacakken buranın benim odam olmadığını fark ettim.

"Lan," dehşetle etrafa bakarken gözlerim acıyla kısıldı, "Uff, bu nasıl bir ağrı ya?.." başımı ovarken kapı açıldı. Gördüğüm yüzle rahatladım. Demek ki Minho'nun evindeydim.

"Minho? Dün gece beni evime bırakmayacak mıydın?" Şaşkınlıkla ona bakarken o da aynı şekilde şaşkın duruyordu. "En son..." Sonlara doğru kısılan sesiyle dünki yaşadıklarımızı hatırlamaya başlamıştım.

Aklıma teker, teker dolan anlarla gözlerim kocaman açılırken içimde sanki fırtına kopuyordu. Ben nasıl onunla öpüşmüştüm?

Minho yüz ifademi görünce boğazını temizleyerek, "Şey neyse, kahvaltı hazır. Gelecek misin?" Dedi.

Gözlerimi kaçırırken başımı olumlu anlamda salladım ve çıkmasını bekledim. Bir kaç saniye sonra çıkarken büyük bir utançla ofladım ve sırtımı yatakla buluşturdum.

"Hay ben..." Utançtan delirirken kafama sanki bir şey düşmüş gibi bir şey hatırlamamla doğruldum. Bugün okulda karaoke yapacaktım neyseki çalışmıştım, bu yüzden bir sıkıntı çıkmamalıydı...

Fazla düşünmeden oturduğum yataktan kalktım ve ellerimi başımda birleştirdim. Yüzleşmem gereken bir utanç vardı.

(...)

Yazardan~

"Hay sikeyim!"

Sıcak mor renginde ki saçları geriye doğru savrulan adam dişlerini sıkarak elinde ki bıçağı bıraktı. Karşısında öylece dikilmiş kendisiyle hastalıklı sırıtışını paylaşan adama sinirle baktı ve yumruklarını sıktı.

"Beni ölü olarak mı gösterdin?! Neden yaptın bunu amına koyayım?!" Adam sinirle boğazında ki dövmeyi ovarken, nefret ettiği o adamın sırıtarak karşısına geçişini izledi. Minjun düşünüyormuş gibi yaptı ve başını salladı, "Eğer yaşadığını duysaydı, senden nefret etmeye devam edecekti." Alaycı bir sesle söyledikleri karşında ki adamın kaşlarını çatmasına neden olurken gözlerini kırpıştırdı. "En azından bir şeyleri telafi etme şansım olabilirdi... Orospu çocuğu..." Adam duvarda asılı olan silahlara yönelirken arkasından duyduğu sesle arkasını döndü. "Okula dön Hyunnie, kimse seni tanımaz. Tanınmayacak haldesin." Hyunjin, karşısında durup sabırları zorlayan adama baktı, son dediği cümle dışında dediklerinin hiç biri mantıklı ve doğru değildi. "Mal mısın Minjun? Beni arkamdan görse tanır o." Kahve saçlı adam kıkırdadı ve saçlarını geriye itti. "Seni görse bile sen olduğuna inanamaz. 'Eskiden aldığı en ufak iltifata kızaran Hyunjin, yüzünde dövmelerle mi geziyor amına koyayım' der." Dedi kıkırdayarak.

"Aynen, aynen... Siktir git." Hyunjin'in kalçasını masaya yaslayıp dedikleriyle, Minjun kollarını önünde bağladı "Hmm, tamam siktirip gidiyorum, ama bugün kahvaltılar senden." Hyunjin koşar adımlarla odadan çıkan gence bakarken, ona defalarce kez sövdü ve deri ceketini giyip, evden çıktı.

Hızlı ve sinirli adımlarla yürürken ufak bir bedene çarpmasıyla durdu, koca beden. Önünde ceylan, ceylan ona bakan sarışın bedeni görmesiyle nefesi kesildi, sert görünen adamın.

"Şey, pardon. Önüme bakmıyordum." Sarışın çocuk anlayışla başını sallamış ve gözlerini kaçırmıştı, çekingen bir sesle sordu, "Yakınlarda market var mı? Buralarda yeni sayılırım." Hyunjin başını salladı ve "Bakın hemen şurada, hatta bende oraya gidiyordum." dedi heyecanla, ne zaman birinden etkilense çocuksu bir hâl alıyordu zamanla sertleşmiş kişiliği.

(...)

Uzun boylu olan kapıyı iterek sarışın çocuğa yol verdi, beraber sepetlerin olduğu köşeye gidip bir sepet aldıktan sonra hazır kahvaltılıkların bulunduğu reyona yürüdüler. Hyunjin kısa bir süre yanında ki çocuğu seyrettikten sonra biraz mısır gevreği ve kahvaltılık gimbap alıp yanında ki çocuğa baktı. Üst reyonlarda ki bir ürüne ulaşmaya çalışıyordu, tabii pek başarılı olduğu söylenemezdi. Hyunjin onun bu hâline kıkırdayarak ona yaklaştı. Varlığını hissettirmeden arkasına geçti ve pirinç ekmeğini çevikçe aldı.

Felix afallayarak arkasını döndü hışımla, Hyunjin kısık gözlerle ona bakıyordu. Felix bu görüntüyle biraz duraksamış ama çok geçmeden hafif bir tebessümle, "Teşekkür ederim, ama keşke arkamdan deccal gibi yaklaşmasaydın. Korktum!" Dedi. Hyunjin bunu duyunca sesli bir şekilde gülmeye başladı, karşısında ki çocuğun durumuda ondan farksız değildi.

"Şey... Üzgünüm, seni korkutmak istememiştim. Sam ben."

"Felix, memnun oldum."

"Bende."

İkili gülümseyerek kasaya yürüdü, tabi Hyunjin centilmence davranıp sarışın çocuğa yer verdi. Kasiyere ödeyecekleri tutarları ödedikten sonra marketten çıktılar.

Hyunjin bu anı fırsat bilerek Felix'i durdurdu, "Boş bir zamanında buluşmaya ne dersin?" Sarışın çocuk aniden sorulan soruyla duraksadı ve düşündü, biraz sonra kararsız sesiyle "Sana numaramı vereyim, bir sorun çıkmazsa görüşürüz, Sam." dedi. Hyunjin çocuğa gözleri parlayarak bakarken gülümsedi ve ona veda etti. Bugün kendini şanslı hissediyordu.

(...)

"Mınjon, bör şoy sorocağom."

Minjun, mor saçlı adamın karşısındaki yemeği ağzına tıkarken söyledikleriyle sinir bozucu bir surat ifadesiyle ona döndü, "Buyur canım." Alaycı bir tınıyla dedikleriyle göz devirdi Hyunjin. "Amına koyayım, bir kerede şöyle yapma. Suratını sikeceğim ha!" Minjun karşısındaki adamın sinirden kuduruşunu izlerken gülmekle yetindi.

"Hee, evet ne soracaksın?" Minjun ilgiyle ona dönünce derin bir nefes aldı Hyunjin. "Jisung'u tekrar görme şansım var mı?" Minjun alayla gülümsedi, "Neden olmasın?.. Ama bir şartla."

Hyunjin derince bir iç çekti. Minjun şart koştuysa o işte bir bokluk çıkardı, mutlaka. Mor saçlı adam başını salladı ve, "Siktir et, kendim halledeceğim." Dedi sakin bir sesle.

"Kendin halledemezsin."

"Nedenmiş?!"

"Seni gerçekten öldürürüm. Bana borçlusun, unuttun mu?"

"Zorla yaptıracaksın yani, orospu çocuğu..."

Hyunjin dislerini sıkarak yemek yemeye devam etti, ne derse yapmak zorundaydı. Arkadaşını görmeden ve ondan özür dilemeden ölmek istemiyordu.

(...)

Burda kesiyorum
Dudislerinizden opuyorum

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: a day ago ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

OnlyOne - minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin