Küçük çocuk minik adımlarla yatak odasına girdi. İçi kıpır kıpırdı ancak annesini uyandırmak da istemiyordu. Büyük yatağın yanına yaklaştığında annesinin parıldayan altın sarısı saçlarını gördü. Yorganı kafasına kadar çekiliydi. O kadar özlemişti ki onu! İş seyahati sebebiyle geçen haftadan beri görmemişti. Dadısı Maria'ya sürekli onu sormuştu. Yatağa yaklaştı ve usulca annesinin yanına sokuldu. Tek kolunu annesine sarıp kafasını boynuna gömdü. Nasıl da güzel anne kokuyordu. Bu hareketi, annesinin mavi gözlerini aralamasına sebep oldu. İkizinin aksine gözleri aynı annesine benziyordu. Genç kadın elini kaldırıp oğlunun mis kokan saçlarını okşamaya başladı. Küçük çocuk uzun zamandır ilk kez bu kadar mutluydu.
• • •
Duvarın ardından duyulan boğuk sesler.
Bilmediğim sert içkinin getirdiği baş ağrısı ve uyku sersemliği.
Bu hissi yaşadığımda on beş yaşındaydım. Ailemin tattırdığı kadarıyla birkaç yudum içmiştim tabii ki. Ancak ilk kez on beşinci yaş günümde, ergenlik heveslerinin getirdiği o heyecanla bir zamanlar takıldığım arkadaş grubundan Amy'nin kendinden üç yaş büyük sevgilisi sayesinde içtiğimiz bir kasa dolusu bira bu hissi yaşatmıştı. O zamanlar tek derdimiz ailemizin fark etmemesiydi. Şimdi ise keşke bunların hiçbirini hatırlamayacak ve dert etmeyecek kadar içebilsem diyorum.
Uykudan yavaş yavaş sıyrılmaya başlayan bedenim artık kulağımın daha net işittiği seslere dikkat kesilmişti.
Ellili yaşlarda bir adam sesi
"Bu işi artık halletmemiz lazım. Çok bile kaçtılar elimizden." diyordu.
Ve o tanıdık ses
"Ne kadar kalacağımız belli mi?"
"İşinizi halledene kadar." İyice odaklanmış, dış gürültüye kendimi kapatmış bir şekilde dinliyordum.
"Temiz halletmemi istiyorsanız yanıma birini verin."
"Carl seninle geliyor zaten gereken malzemeleri onun için ayarladık."
"Uçağa sokması sorun olmaz mı?" Ne olup bittiğine anlam verememiştim.
"O işi dert etme sen. Üç kişilik yerleriniz ayrıldı zaten."
"Üç kişi?"
"Sen, Carl ve bir de o kız." Will öksürdükten sonra cevapladı.
"Kız ne için?"
"Sen yokken burada başımıza bela olmasın. Gidince onun da icabına bakarsın." Bir anlık sessizlik oldu. Örtüyü kavrayan ellerim terlemişti ve açıkçası fazlasıyla korkmuştum. Yutkunmaya çalışıyorum olmuyor, nefes almaya çalışıyorum; kesik kesik hava kütleleri doluyordu ciğerlerime.
"Kız daha on yedi yaşında. On sekizini bile doldurmamış. Kayıtlı olduğu yer dışında bir yerde alakasız bir şekilde öldürülürse dikkat çeker." Genzimdeki yumruyu gerilere itmeye çabaladım.
"Aldığı sahte kimlikle birlikte pasaport, vize dahil her şeyi ayarlandı. Bi haltı da beceremedi zaten. Ne yaparsan yap. Daha fazla köstek olmasın da."
"Claire Heal. Ünlü işadamı Frank Heal'in kızı. Her yere ilan vermişler. Tüm eyaleti, tek tek bütün adaları arattırıyorlar."
"Desene kendinden çok ailesi bela olacak."
"Öyle."
"Her neyse. Saat ikide uçağınız var. Bir an önce hazırlanın. Tüm talimatlar ve adresler Carl'a verildi. En ince ayrıntısına kadar uygularsanız rahatça halledersiniz. Hadi, oyalanmayın."
Will cevap vermeden kapattı, yakınlaşan ayak seslerinden anladığım kadarıyla, buraya geliyordu.
Hemen kafamı yorganın altına gömüp bozuntuya vermeden gözlerimi kapattım. Kapı açıldığında nefesimi tutmuş bekliyordum. Nasıl geldiğimi hatırlayamasam da tanımıştım. Yine geçen gece beni getirdiği odaydı burası.
Dolabın açılan kapak sesinden bir şeyler hazırladığını anladım. Vücuduma yüklenen adrenalin yüzünden bir şey düşünemeyen, paniklemiş bir zihne sahiptim şu an. Nereye gideceğimizi bile bilmiyordum üstelik. Bu kadar gerginlik bana fazlaydı. Bu ruh hali sürekli olmaya başlarsa aklımı yitirebilirdim.
Kafamı gömdüğüm yorgan bir an çekilince irkildim. O buz gibi gözlerle karşı karşıyaydım yine.
"Kalk hadi gidiyoruz."
"Nereye?"
"Cehennemin dibine."
Vazgeçiyorum, şu an aklımı yitirdim.
Will'e sökmeyeceğini bilsem de lütfen uzatma da söyle bakışımı attım.
Umursamaz bir tavırda "Londra'ya." dediğinde şaşırmıştım doğrusu. Daha sonra aklıma gelen şeyle şaşırma ve panik düzeyim on katına çıktı.
"Ne? Londra'ya mı?" Merak dolu gözlerle Will'e bakıyordum.
"Bir şeyi de ilk seferinde anlasan." Elindeki birkaç kıyafeti haki yeşili bavula koymakla meşguldü.
Yutkundum ve cevap vermedim. Düşünceler kafamda fıldır fıldır dönüyordu. Ama hiçbirini cımbızla çekip üzerinde yoğunlaşamıyordum.
"Bu kıyafetler dışında giyecek sıradan bir şeyim yok." Parfüm şişesini de göze koyup fermuarını çektikten sonra kafasını bana çevirdi.
"Havaalanına giderken hallederiz."
Will ve ben yol üzerindeki mağazalardan birine girmiş kapının hemen dibinde öylece duruyorduk. Carl denen çocuk arabada kalmıştı. Dönüp Will'e bir bakış attım.
"Ne bekliyorsun seçsene bir şeyler."
Kaşlarımı kaldırdım.
"Abartmadan." diye ekledi.
Hayır yani alışkın olmadığımdan böyle ılımlı yaklaşması garibime gitmişti.
"Çok oyalanmam." dedim ve elbisenin eteğini çekiştirerek uzaklaştım.
"Ben burada bekliyorum." diye seslendi.
Duysam da arkamı dönmedim. Ölme ihtimalim olduğu halde saf gibi alışveriş yapıyordum. Hayır madem öleceğim bari bu kılıkta ölmeyeyim. En azından Londra'nın arasokaklarında cesedimi bulduklarında "İyi kızmış, yazık olmuş." desinler.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAHTE
ChickLitBir kez daha gözlerine baktım. "Böyle olmamalıydı." O sert bakışlarının arkasında ilk defa umutsuzluk gördüm. "Belki de en doğrusu bu."