-3-

200 20 2
                                    

Yavaş yavaş olayların içine giriyoruz. Okumaya devam edin ve votelarınızı eksik etmeyin lütfen. Seviliyosunuzz ahhsh.

Bölüm Şarkısı Lucia - Days

Brooklyn'in bu kadar soğuk olabileceği aklıma gelmezdi. Hele gündüz hava çok sıcakken.

Daha henüz eve varamamıştım. Taksi çağırmayı falan düşündüm ama yanımda param olmadığı için bu fikir de mantıksızdı. Sokakta yalnızca topuklu ayakkabılarımın tıkırtısı duyuluyordu. Ta ki ileriden bir tartışma sesi duyana kadar.

Lanet olsun diye geçirdim içimden. Yolu doğrultabilmem için oradan geçmem gerekiyordu.

Bu günü kutsanmış gün ilan ediyorum.

Fazla ses yapmasın diye ayakkabılarımı çıkarttım ve o yöne doğru duvara yaslanıp yavaş yavaş yürüdüm. Ara sokaklar oldukça dardı ancak karanlık değildi. Az sayıda lamba aydınlanmalarına yetiyordu.

Duvara iyice yaslanıp sesin geldiği aralığa kafamı uzattım.

Biraz ileride siyah takım elbiseli bir çok adam, iki tane yine takım elbiseli genç ve yanlarında -koruma olduğunu tahmin ettiğim- yaklaşık üç katım olan adamlar vardı.

Şahane! Bir bu eksikti diye geçirdim içimden. Yüzleri bana dönük olmadığı için beni fark etmemelerini umarak ne konuştuklarını dinlemeye başladım.

"Baba, bu para eksik." dedi gençlerden biri elindeki para dolu çantayı yanındaki kır saçlı adama uzatarak.

"Ne, nasıl olur? Eksik falan değil 20 bin demiştiniz. Çantada 20 bin var." derken karşılarındaki iri adamın paniklediği belliydi.

Kır saçlı adam çantanın kapağını sertçe kapattı ve karşısındaki iri adamın önüne fırlattı.

"Anlaşmamız 50 bindi. 20 bin değil. Para yoksa mal da yok."

Bu ne klişe bir laf. Yirmi birinci yüzyıldayız. Mafya babacıkları bir adım dahi kendini geliştirememiş.

İri adam hışımla ceketinin arkasından silahını çıkartıp diğerlerine doğrulttu ve o arada ortamdaki kişilerin çoğu da bellerindeki silahı eline almıştı.

Silah.

Galiba bugün nalları dikeceğim. Ah hayır, kutsanmış günümde ölüyorum.

Ortalık bir anda karışmıştı.

Ve o an korktuğum şey oldu. Az önce elinde çanta olan çocuk beni görmüştü.

"Susun." diye bağırdı.

İşte şimdi boka batmıştım.

Arkamı döndüm ve var gücümle koşmaya başladım. Ayaklarım çıplak olduğundan yerdeki minik taşlar ayak tabanıma batıyordu ve koşmakta biraz zorluk çekiyordum. Ölmektense bir kaç gün yürüyememeyi tercih ederim.

Arkamdaki ayak sesi artıyordu. Derken biri kolumdan yakalayıp sertçe duvara yasladı. Bileklerimi sımsıkı tutuyordu.

Beni gören çocuk.

Siyah saçlı, renkli gözlü fakat göz altlarından keş olduğu hemen anlaşılan ve muhtemelen benden bir kaç yaş büyük olan çocuk.

"Lütfen bırak beni, yemin ediyorum gördüklerimi kimseye söylemem."

Bugünkü asabi halimden eser kalmamıştı. Resmen yalvarıyordum.

Pislik pislik sırıttı. "Bir de söyleseydin. İşte o zaman seni kendi ellerimle öldürürdüm."

Benim aptal çenem yine susmak bilmiyordu.
"Ne yani şimdi öldürmeyecek misin?"

"Aslında hiç düşünmemiştim. Ama madem çok istiyorsun."

İyice gerilmiştim. Bileklerimi öyle sıkıyordu ki biraz daha sıkarsa ellerimdeki kan akışı duracak ve kangren olacaktım.

Elinden kurtulmak için çırpındım ama ne mümkün! Sımsıkı tutuyordu. Bırak da gideyim işte.

"Lütfen bırak gideyim lütfen."

Günün ikinci yalvarışı.

"O kadar basit değil."

Bu sefer tek bileğimi kavradı ve beni arkasından gitmeye zorladı.
Yerdeki küçük cam parçaları ve taşlar ayaklarımı acıttığı için sızlanıyordum ama umursamıyordu bile.

Bu sefer adamlardan bir kaçı çoktan gitmiş bir kaçı da siyah arabaya binmişti.

"Baba, bizi izleyen küçük sürtüğü getirdim."

Ne?

Sürtük mü?

Bu güne kadar bir sürü sürtük tanıdım ve emin olun ben onlardan biri değilim.

"Sen bana sürtük diyemezsin!" diye bağırdığımda bir yandan da elinden kurtulmak için çırpınıyordum.

"Çok konuşma da bin şu arabaya."

Tekrar beni çekiştirmeye başlamıştı.
Bu sefer arabaya doğru.
Siyah arabanın arka kapısını açtı ve beni içeri itip kapıyı sertçe kapattı.
Korku tüm bedenimi sarmış istemsizce titrememe neden olmuştu.
Yola çıkmıştık. Aşırı uykum gelmişti fakat başıma gelecekleri bilmediğimden uyanık kalmalıydım. Nihayet cesaretimi toplayıp "Beni nereye götürüyorsunuz?" diye sordum.
Cevaplayan olmadı.
"Hey! Hem beni zorla alıkoyuyorsunuz hem de cevap vermiyorsunuz."
Çocuk donuk sesiyle "Geri dönüşün olmadığına göre nereye gittiğini bilmenin bir önemi yok sus ve soru sorma."

Artık sinirlerim öyle bozulmuştu ki ağlamaya başladım. Anlamamaları için sessiz ağlıyordum fakat ağzımdan istemsizce bir hıçkırık kaçtı.

Çocuk arkasını döndü ve o sert bakışlarından birini attı.

"Bu saatte, bu elbiseyle ara sokaklarda dolanan birine göre fazla ödleksin. Ağlamayı kes." Tekrar önüne döndü.

Bu kez babası olarak bildiğim direksiyondaki adam konuştu.

"Eski yaşantın her neyse onu unut. Bundan sonra bizim için çalışacaksın."

Tam anlamıyla kaynar sular saç diplerimden ayaklarıma ulaşıncaya kadar boca edildi.

Hiç kimse için çalışmak istemiyordum, eve dönmek istiyordum.

SAHTEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin