Soğumaya başlayan hava tenimizi örtüyor olsa da içimi örtmüyordu. Sıcak ile soğuk arası idik. Ya da şöyle anlatmalıyım. Kendimi ortamlarında bulunduğum insanlardan her ne kadar soyutlamaya çalışırsam çalışayım, soyutlayamıyor ve ister istemez içimdekileri dillendirirken çoğul kullanıyordum. Bunu fark ettiğim halde defalarca tekrarlamam ve tekrarlıyor olmamı bende dahil hiç kimse garip karşılamıyordu. Lakin, içim. İçim tahammülsüzce oradan oraya savruluyordu adeta. Rüzgar tenimi her okşadığında bedenim birkaç metre savruluyordu kendi içine doğru. Doğruları görmesini, benimsemesini ve ona göre davranmasını istiyordu benliğinin. Beynim ise benliğinin ve içinin, en derinlerinin yeri geldiğinde kesiştiği noktadan her fırsatta pay çıkartmaya çalışıyordu. Basamakları ruhsuzca çıkıp, kucağındaki sarhoş bedeni yatağa bıraktıktan sonra tavana diktiği gözlerini kesişim noktası diye belirlediği asiliyete, masum surete çevirdi. Aldanış mıydı ruhsuzluğa, rehin olmak mıydı katil bedene? Çözümsüzdü. Beynimin, kalbimin, ve en derinlerimde açılmaya başlayan yaraların parmak uçlarımda oluşturduğu papatya kanı ile dolaşmak en masum olanıydı sınırdan önce. Oysa ki şu an sınır ihlali etmiş ve başka ülke de mülteci hayatı yaşamaktan farksızdı iç dünyam. Hüzün, acı, ızdırap ve en önemlisi de nereye baksam renkten uzak, karanlığa ve belirsizliğe yakın olanla karşılaşıyordu bulunduğu dünyaya şahitlik eden gözlerim.
Sarhoş bedeni uykunun kollarında delicesine eğlenirken masumluğunu bize ispat etmeyi ihmal etmiyordu. Öylece yüzündeki masumiyeti izlerken ayakkabılarını bile çıkarmadan yatağa girdiğini fark ettim. Yorgunluğu iliklerime kadar hissediyordum ve yorgun olmama istiraden mutfağın boş oluşundan faydalanmak adına bir fincan Türk kahvesi içirmiştim on dakika öncesine kadar Gölge'nin kendini bilmez haline. Kendini bilmezliği şu yana, yorgun olduğumu fark etmemesi öte yanaydı fakat her şeye rağmen yerimden doğrularak asiliyetin yanına varıp eğildim. Gocunmadan ellerimi ayaklarına götürüp usulca ayaklarından sıyırdığım ayakkabıları kenara bıraktıktan sonra üzerini örtüp rahatsız olmadan uykusuna devam etmesini sağladım. Bedenimi uykunun kollarına atamasam da, gördüğüm pürüzlerle rahat bir uyku çekemeyeceğim barizdi.
Hoş, düşünüyorum da tam anlamıyla rahat uyudum diyebileceğim bir an'ım yok. Özellikle son zamanlarım da. Dahası artık birkaç ay diyebileceğim kadar belli bir zaman dilimi. Boğazımda ukdeler bırakan, dilimde söz, gözlerimde buğu bırakan belli başlı ama pürüzlü bir zaman dilimi. Çalınmış pastanın masada kalan erimiş dilimi gibi. Silinişin başlangıcıydı sanki...
***
"Kahvaltı yapmadan mı çıkacaksın?" diye sordu Ege, ben bahçenin çıkışına doğru ilerlerken. Cevap vermek yerine kafamı sallamakla yetindim odaya çıkıp plan için hazırlanmaya başlamanın daha doğru olduğunu düşünüp hızlı adımlarla odaya ulaşan basamaklara yönelip, odaya girdim. Dolaptan güzel bir gömlek birde keten pantolon çıkartarak banyoya girdim. Hastaneye tişört ve kot pantolonla gidemezdim yani en azından ben öyle düşünüyordum. Koray'a ise tek lafımla aldırmıştım, buna bende inanamamıştım lakin sonuç olarak plan benim değil onların işine daha çok yarayacağından her dediğimi yapmak mecburiyetinde olmaları komikti. Ve ben içten içe gülmeye taabi idim. Banyonun kapısını ardımdan çekerken daha yeni uyanıp yatağından kalkan Gölge'yi fark ettim. Fakat günaydınlaşmak yerine peruk ve gözlüğü de yerleştirdim. Zannımca şu an da komik görünen tek şey bendim. Neyse ki peruk beni olduğumdan pekte farksız göstermiyordu.
"Ne oluyor, ne bu hal?" diye sordu. Parmağımla gözlüğü düzelterek yüzüne baktım dikkatli dikkatli. Marur bir ifade vardı yüzünde, uykudan ve halsizlikten belki de kendi bilmemezlikten bi'tab düşmüştü. Bariz. Fakat bunlar sorusunu net cevaplamak gerektiğini savunmuyordu. Savunsa dahi kızların bilgisi dışında olması gerektiği kanaatindeydik. -Kanaatindeydiler-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KATİL REHİNE
Action"Karanlık bir hayat ve kan kokan bir aşk..." Eklenme Tarihi: 06.03.2015