Doktor elini uzatır, hastanın nabzına bakar. Hastanın henüz sıcak olduğunu fakat nabzının olmadığının farkına vardığında staj yapan öğrencisine gözlerini diker ve ardından saatine bakar. Ölüm saati, 06:01 diye ilan eder. Ölümden hallice, yaşamdan kesitlerle benimki de ilan ediliyordu.
"Saat, 06:00! Kalkma vakti!" Gıcırdayan sert bir kapı ve gözlerime ilişen göz kamaştırıcı gün ışığı... Gözlerimi aralayıp bugün ki haber kuşum kimmiş diye bakmadan edemedim. Lakin bir anlığına gerilemek istedim içten içe. Sıcak namluyu soğuk enseme bastırıp öfke kokan nefesini kulağıma değirendi bu.
Adımları saniyelerle savaşıyor, her savaşı bir milim daha geriletiyordu. Sakindi ve bu sakinliği ürkmem için bir sebepti belki de. Yavaşça eğilerek beni bağlarımdan kopartıp ensemden tuttu. İki adım önünde, 5 adım hiç uğramadığı korkularındaydım. Pek tabii ki anne kuzusu da değildim ama- Ama insan yine de ürküyordu işte. Her gün içeriden görebildiğim aydınlığın tam da ortasındaydım. Ensemden itiliyor, dahası sürükleniyordum. Dağlık bir yerdi ve içeriye oranla hiçte soğuk değildi. Aykırıydı.
Depodan çıktığımızdan beri yürüyorduk, ta ki bir çamurun içine itilene dek. Ağaçların çepeçevre sardığı bir ormandı burası. Issızdı, hatta o kadar ıssızdı ki kuşların sesini net bir biçimde duyabiliyordum. Duyduğum başka şeylerde vardı. Kaya'nın gerginlikle mırıldanışları gibi. Yerimde kımıldanarak yüzüne baktım. Tereddüt etmeden karşıma oturdu, fakat benim gibi çamura değil. Bir taşın üzerine. Modern zamanların iki ayrı tepesini andırıyorduk.
"Dayanıklıymışsın." dedi net bir sesle. "Birkaç gündür kafayı yiyebilmen için aynı saatte yapılan imtihanlar başarısızlıkla sonuçlandı. Bu benim için ilkti, bizim testlerimize kimse dayanamazdı."
Dayanıklı olmam iyi miydi yoksa kötü mü anlayamamıştım açıkçası. Hoş, dayanabilmek de zorlanmıştım. Her gün aynı saatte, 4 saat boyunca dönüşümlü olarak akıl almaz konuşmalar yapıyorlar, beni sınıyorlardı. Bir nevi ilk çağlarda akıl hastalarına kullanılan tedaviden farksızdı. Dayanabilme noktan ise cümlelerine attıkları virgülden sonra başlıyordu. Onları dinliyormuş gibi yapıp dinlememeye, ardından ise farklı şeyler düşünmeye karar kılmıştım daha 2. kişide.
"Adın Çağan imiş, bir ailen var mı Çağan?" Soru kafamın içinde amansızca ve hadsizce yankılanırken başımı iki yana sallayıp olumsuz bir cevap verdiğimin farkında bile değildim.
Başını salladı, kollarını göğsünde birleştirip yüzüme daha da dikkat kesildi. "Peki ya, korkusuz musundur?" diye bir soru daha savurdu. Aklıma zaman zaman onlardan ürktüğümü getirip hemen geri sildim ve başımla onayladım. Bir anlığına dudağını yukarıya doğru kıvırdı. "Konuşabildiğini sanıyordum.."
İpini sağlam bağlayamadığım cümlelerimden biri dudaklarımın arasından çıkıverdi aniden. "Beni rehin almış olan bir katille ne konuşabilirim? Enflasyonu mu, ah yoksa ülkemizin son durumunu mu?"
Beklemediğim, şaşırtıcı bir şekilde kahkaha attı. O kadar samimiyetsiz, o kadar acımasızca atılmış bir kahkahaydı ki cümle mi hemencecik geri yutmak istemiştim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KATİL REHİNE
Aksi"Karanlık bir hayat ve kan kokan bir aşk..." Eklenme Tarihi: 06.03.2015