2

645 122 33
                                    

       Sonunda çullanmış olduğu örtüyü üstünden attı ve derin bir nefes aldı, ilk işi beyaz ahşap kapının eşiğine bakmak oldu çünkü her eşiğin bir cini olduğu gibi bu eşiğin de bir cini vardı ve bu cinin adı Hürmüz'dü. Şu anda eşikte oturmuş Mihrace'nin haline bakıp eğleniyor ya da tavanda dolaşmakta olup kıs kıs gülüyordur.

      Mihrace etrafta yoğun bir enerji dalgası hissediyordu, o sırada telefonu çalmaya başladı ama yerinden kalkıp bakacak durumda değildi nihayetinde de arayan kişi pes etmiş olacak ki telefon sustu, hemen ardından da mesaj sesi duyuldu. Eninde sonunda yatağından kalkmak zorundaydı yoksa sınava geç kalacaktı. Yerinden doğrularak telefonun pembe kapağını kaldırdı, gelen mesaja baktı. Arkadaşı Ümmü'dendi, arayan kişi de oydu demek ki. İzlendiğini bilse de hazırlanıp evden çıkmalıydı hemen. Korkuyordu ama belli etmemeye çalışıyordu, korktuğunu asla anlamamalıydılar. Asla! Asla! Asla! Korktuğunu belli etmek demek üstüne daha fazla gelmelerine bir fırsat daha tanımak demekti.

       Yataktan yavaş yavaş kalktı, zannediyordu ki ani bir harekette bulunsa hepsi birden üstüne saldıracaklar, usulca adım atmaya başladı işte şimdi o aynanın önünden geçecekti, bu evde eski görenekler bilinmezmiş gibi neredeyse her odada bir ayna bulunmaktaydı üstelik üstleri de örtülmezdi bu geniş aynaların, az sonra da gardırobunun önüne gelecekti ve onlarla göz göze gelmemek için kapağı başı eğik açacak ve kıyafetlerini alacaktı nitekim öyle de oldu az sonra kucağında bir ton giysiyle odasına geldi. Kıyafet seçme merasimi başlamıştı  ne kadar zor durumda olsa da bu her sabah kendini tekrarlardı böylece görünmeyenleri de bir nebze olsun unutuyordu.

"Bu olmaz, bu asla olmaz, bu katiyen olmaz . O değil, bu değil, şu değil." Aklına Ali Ağaoğlu'nun reklamı gelince bir kahkaha patlattı. Rahatlamıştı, umuyordu ki onlar da artık anlamışlardır korkmadığını ve asla korkmayacağını, içinden gitmelerini istedi.

"Alo, Ümmü, sensin değil mi? Sesin çok değişik geliyor, kötü bir şey mi oldu yoksa?"

"Hani ben sana anlatmıştım ya tanıdık bir hoca var diye işte ona baktırmış annem."

"Sen gitmedin yani o şekilde de oluyormuş bakabildiğine göre. Ne demiş peki?"

"Psikolojikmiş tamamen. Anlamadım ki ben de, delirdim galiba."

"Sen gitmedin ya nasıl bakıldı acaba, sana suda göstermesi gerekmiyor muydu?"

"Onun yanında varlar, söylemiştim ya onlar gelip..."

"Yani senin yanına gelip suretini ya önüne getirdiler ya da suda gösterdiler belki de rüyada..."

"Olabilir canım, şimdi annem eve geldi de yorulmuştur, ben bir ona bakayım."

"Tamam canım, görüşürüz."

"Görüşürüz, ararım ben seni daha sonra."

      Telefonu kapattığında düşünmeye başladı, acaba onunki de psikolojik olabilir miydi? Tüm o duyduğu sesler, gördüğü görüntüler beyninin ona bir oyunu olabilir mi? Yok, olamazdı henüz o kadar delirmemişti.


       Tüm hazırlıkları tamam sayılırdı. Uzun yıllardan beri yanında ilim öğrendiği hocası onu uyarmış olsa da bu işe başlamaya kararlı gözüküyordu, hocasının sözlerini de hatırlamadan edemedi Kerem:

    " Kendini bir sure ya da ayetin hizmetine adamış Müslüman cinleri kendine bende etmekten ibarettir. Cinler bundan hiç hoşnut olmazlar çünkü birinin hizmetine giren cin artık o surenin hadimi değildir fakat Müslüman oldukları için sürekli o surenin okunmasına hürmeten insana zarar vermezler, isteklerini yerine getirirler. Bir kimse hüddam için riyazata girip evrad ve ezkara başladığı vakit melekler ve cinlerin bundan haberi olur ve niyetini bilirler. Bir müddet kişinin riyazatını kesmesini beklerler eğer kişi gelenin gerçek hadim olduğu düşüncesine kapılır ve riyazatı bırakırsa zaten ki çoğu bırakır, o hadim ile ömür boyu görüşür. Bırakmazsa artık o cin taifesi surenin hüddamlığından alınıp kişinin hizmetine verilir, o surenin hadimliğine de başka taife geçirilir. Müslüman cinler o sure hürmetine hizmet etseler de o kişiye buğzederler çünkü onun yüzünden yüce bir görevden alınmışlardır bazen aile fertleri uygunsuz yaşayan insanlarsa onlara zarar verebilir veya korkutabilirler."

"Hocam, gerçekten siz misiniz? diye sordu başını sesin geldiği yöne kaldırarak."

"Evet, benim sana tavsiyem bu işe hiç bulaşmaman aksi takdirde başına gelecekleri anlattım, ailenin de..."

"Benim bir ailem yok ki yoksa benden sakladınız mı, benim ailem var mı, hayattalar mı ve neredeler?"

"Bunu sana söyleyemem, sen tek başına bulacaksın onları. Bu işten hemen vazgeç yoksa onların da başını derde salacaksın, bunu düşünmek zorundayım. Kararı sana bırakıyorum."


      Dünya başına yıkılmıştı, bir ailesi olduğunu daha yeni öğrenmişti acaba nerede yaşıyorlardı, onu niçin bırakmışlardı yoksa istememişler miydi? Aklında kırk tilki tur atıyordu şimdi hiç tanımadığı ailesi için bırakmalı mı bu işi hiç başlamadan ya da ne olursa olsun sonuna kadar gitmeli miydi?







YAKAZAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin