12

86 29 9
                                    

Alucra, Hürmüz ve diğer ateşten yaratılanlar Efendi Beherit'i korumak için davrandılar fakat Beherit orada bulunan cinlerin en kudretlisiydi. Kraldan çok kralcı olmak böyleydi demek ki, nasıl olsa liderleriydi ve sürüyü başsız bırakmamak gerekliydi. Kirpiksiz ve kapaksız gözlerini gri bir çelikten farkı olmayan gökyüzüne dikti.

Lanet olasıcalar! Müritler! Aptallık ettik!"

Tam bin yıldır senden bu denli doğru bir söz işitmemiştim. Evet, aptallık ettiniz hem de büyük bir aptallık! Ulu Yakaza Kabilesi'nin cinler cini Efendi Beherit'ine bu hiç yakışmadı. Cık! Cık! Cık!" dedi İksir adlı mürit. Kömür karası renginde devasa kanatları vardı ve belki bu yüzden pek aydınlık olmayan gök daha da kararmıştı.

Mihrace, başını göğe kaldırıp üç müridi gördüğünde çok şaşırmıştı çünkü rüyasında üstüne kuru yapraklar serilmiş toprağın altından çıkan acuzeler bunlar olamazdı. İki hafta boyunca kabuslarına giren bu kadınlar şimdi bir insandan oldukça farklı olsalar da göze oldukça hitap ediyorlardı. İksir adlı mürit uzun, ince bedenini sımsıkı saran simsiyah bir elbise giymişti ve göğsüne içinde gökkuşağının tüm renkleri bulunan bir şişe vardı. Saçlarının her teli kristal bir avizenin taşları gibi parlıyordu, Mihrace daha dikkatli baktığında saçların gerçekten kristalden oluştuğunu gördü. Tılsım adındaki müridin ise zehirli sarmaşıklardan oluşan ve ayağının ucuna dek dökülen yemyeşil saçları vardı, boynunda da yeşim taşından bir kolyesi. Tılsım demek daha doğru bir tabir olurdu çünkü diğer iki müridi bir ağ gibi çevreleyen lacivert renginde bir kubbe vardı. Yakaza Kabilesi'nin büyüleri bu kubbeyi delip geçemiyordu. Müritler böylelikle kendilerini, Mihrace ve Ümmü'yü daha iyi savunuyorlardı. Hepsinin de garip bir güzelliği ve çekiciliği vardı ama en çok Büyü ismindeki müridi beğenmişti. Simsiyah, fazlasıyla gür ve bir ırmak gibi dalgalı saçları vardı. Yüzü bir duvarınki kadar beyaz ve solgundu. Yüz ve vücut hatlarında tek kusur bile yoktu. Kirpikleri uzun, gözleri çekik ve burnu da oldukça zarifti. Tek bir korkutucu yanı vardı o da gözlerinin tamamen kapkara olmasıydı ama bu o kadar da önemli değildi. Hani siyah inci var ya aynı onun gibi ışıldıyordu gözleri. Hayır! Göz değil mücevherdiler! Büyü adlı müridin Mihrace'yi etkileyen bir başka yönü ise oldukça ihtişamlı oluşuydu. Başında envai çeşitten adını bildiği bilmediği, gördüğü görmediği, bu dünyadan ve başka alemlerden gelen değerli taşlardan bir tacı vardı. Gür saçlarını boydan boya sarmıştı, bu taçtan saçlarının bitimine kadar kadar uzanan minik minik elmaslar... Büyü tam anlamıyla olmak için can attığı kadındı ve oldukça iyi savaşıyordu. Yakaza Kabilesi ve müritlerin can havliyle savaştığı sırada o tam olarak bunları düşünüyordu. Her şeyi, az önce boynuna dolanan bıçakları ve alevden saçlarını unutmuştu.

Alacakaranlıkta, birer birer ve daha önce hiç olmadığı kadar düşman göz belirdi. Ayakkabılarının yapıştığı balçık denizinde sihirli bir ordu belirmişti. Mihrace, endişeyle etrafına baktı. Ümmü hala bir buz kütlesinin içinde hareketsiz duruyordu. İksir bunu onun iyiliği için yaptığını söylese de Mihrace'nin içi içini yiyordu daha beş yaşındayken rüyada onu kandıran bu sahte periler, Nazar'ın müritleri değil miydi? Şimdi de pekala kandırılmış olabilirdi ama onlara güvenmekten başka çaresi yok gibi görünüyordu hatta görünmüyordu bile, apaçık ortadaydı. Çaresizdi. İki elini göğsünün üstüne, durmadan çarpan kalbinin üstüne koydu. Kalbi gereğinden fazla attığı için rahatsız olmuştu lakin korkmamak elde değildi. Yakaza askerleri onun korku enerjisini kullanarak düştükleri yerden tekrar tekrar kalkıyorlardı.

Alacakaranlıktaki düşman gözler gitgide belirginleşerek Yakaza Kabilesi saflarına katıldılar. Mihrace'nin gözleri büyüdü, kekelemeye başladı. Zangır zangır titriyordu, boğazı kurumuştu, yutkunamıyordu bile. Vücudundan akan terler sayısız kez akıp kuruduğunda tırnaklarını kemirmeye başladı ve aynı anda kızıl, küçük iblisler parmaklarının ucuna saldırmaya başladı neyse ki bu rezil durum çok uzun sürmedi. Büyü, parmaklarının ucuna toprak özü göndererek Mihrace'yi minik iblislerden kurtardı. Kuyruklu iblisler acı bir feryat kopararak kayboldular, özleri zayıflamıştı.

"Şehrez! Korkma sakın! Seni ve dostunu koruyacağımızdan emin ol!" dedi Büyü kara kanatlarıyla havada süzülürken ama Mihrace'nin korkusu dinmiyordu. Nefes alış-verişi giderek hızlandı. Havada küçük bir daire şeklinde duran boyut kapısından çıkıp gideceğinden şüphesi yoktu, müritlerin hakkını teslim etmek gerekirdi gerçekten maharetliydiler, fazlasıyla. Binlerce kişilik cin ordusuna kök söktürüyorlardı yine de boyut kapısından atlayıp, uçarak Yakaza saflarına katılan binlerce yeni her türden cini görmesi korkusunu yenmesini engelliyordu.

Kerem, Mihrace'yi ve müritlerin sudaki yansımasını izlemekten vazgeçmiş olacak ki gözlerini karanlık ve sisli odada gezdirdi. Soğuk odada kendisini gözetleyen üstün bir güç hissetti. Sudaki cine dördüncü boyuttaki görüntüyü kesmesini ve bu üstün gücün yanına giderek görüntü almasını emretti.

YAKAZAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin