3

414 118 23
                                    

      Yerden epeyce yüksekte yün bir yatak. Her yerinden çiçek, boncuk, kurdele sarkmakta, çoğu kırmızı renkte. Açık mavi, dantelli yorganın içinde neredeyse kaybolmuş ufacık bir yüz, elmacık kemikleri çıkık. İri, boncuk gözleri tatlı mı tatlı bir yeşil renginde, aynı memleketinde çağla çağla akan Yeşilırmak gibi. Yumuşak, berrak ve sakin. Bu güzel gözleri halka halka çeviren morluklar... Günlerdir uyku uyumamış belli ama gül yüzünden gülücükler tomurcuklanıyor. Gür, koyu sarı saçlarını çevreleyen parlak kırmızı bir kurdele. Saçları öyle güzel görünüyor ki tıpkı bir bal gibi belki de adı muhteşem renkli saçlarından gelmiştir, Balım... Kucağındaki mercan rengi kundaktan minicik bir el, boğum boğum parmaklarını hareket ettiriyor, odada tek değiller. Annesi, ablası, teyzesi, halası ve köyün tüm kadınları... Büyük pencereyi boydan boya saran hanımeli desenli perdeden yukarılara doğru göz gezdirince tavanda nazar boncuklarının, çıngıraklı bir ipin ve bir erkek ceketinin asılı olduğu görülmekte, hafif de bir sirke kokusu... Hepsi de yeni doğum yapmış lohusaya gelen kötü cinlerin başı alkarısını bertaraf etmek için, derler ki evin dibini bucağını, her köşesini sirkeli suyla iyice ovarsan albastı oraya sokulamazmış. Albastı denilen ucube, erkeklerden de oldukça korkarmış, bu pis acuzenin huyu kadınlara dadanmakmış, bunun için odaya bir de erkek ceketi asılırmış. Eğer bir lohusa albastı illetinden kurtulamazsa ciğeri solarmış çünkü alkarısı onun ciğerini söküp dereye atarmış yine bir rivayete göre, Eski Türklerin Şaman inanışında, kam ile alkarısı savaşır, dereye atılan ciğer alınabilirse lohusa kurtulur, alınamazsa ölürmüş. Yaşlı kadınlar bunu bildiklerinden koruma altına alırlarmış lohusa ve bebeğini. Geceleyin de yanında yaşça büyük kadınlar bulunurmuş muhakkak, tüm bunlar her zaman yeterli değil elbette, hileci alkarısı ne yapar eder, bulurmuş bir yolunu gidermiş lohusanın yatağının baş ucuna. Bazen akrabalardan biri bazen de yaşlı cadaloz kılığında gözükürmüş ve bir söylenceye göre:


    Fındık bahçeleri ve yemyeşil gür ormanların bulunduğu küçük ama muhteşem bir köyde, bir adam, köyün çobanı hastalığa tutulduğu için işi üstüne almış ve koyun ve körpe kuzucukları gütmeye başlamış ve en nihayetinde de yorgun düşüp, uçsuz bucaksız yeşilliğin ortasında bir kayaya oturunca ileriki mağaradan garip sesler duymaya başlamış, önce pek umursamasa da merak yüreğinde kök salmaya başlamış, yerinden kalkıp mağaranın kapısına gelmiş ve konuşulanlara kulak kabartmış:

-Anneciğim, çok açız, yok mu yemek?

-Merak etmeyin yavrularım, bu köyde yeni doğum yapmış bir kadın var, bu gece tek kalacak çünkü köyde düğün olacak. Geceleyin tavandan usulca süzeleceğim yanına işte o vakit size onun ciğerini getireceğim.

Çocuklar, "Yaşasın, karnımız bugün de doyacak." nidaları ile sevinç çığlıkları atmışlar.



  Gür sakallı adam,bu sözleri duyunca dehşete düşmüş ama bu işi halledeceğine de inanırmış.




    Siyah pantolonlu adam, sandalyede oturmuş, tavanı gözetliyordu. Evde lohusa ve bebekten başka bir de Balım'ın annesi vardı o da mutfakta çorba pişirmekteydi. Perdenin kirişinden ince, uzun, gölge gibi bir cisim süzüldü, adam bekledi hemen atağa geçmedi. Tavandan yatağa usul usul inmesini sabırla bekledi, alkarısı da uygun anı kolluyor gibiydi. İnce cisimciğin tam lohusanın ciğerine çökmesiyle orta boylu adamın onu yakalaması bir oldu, o ne olduğu belli olmayan cisimcik birden üstünde yeşil bir elbise, ayağında rengi solmuş, çamurlu bir çarık ve başında oyalı yemenisiyle, orta yaşlı bir kadına dönüşüverdi.

   "Ey al bastı! Zalim! Koy ciğeri yerine, zavallının canını iade et. Sözümü tutmazsan, bana hürmet etmezsen, gözlerini çıkarırım."dedi adam ve bir iğne bulup, bunun göğsüne sapladı. Al karısı, göğsündeki iğneyi çıkartması için adama yalvardı çünkü kendisi iğneyi çıkaramazdı ve çıkaramadığı için de kendi taifesine dönemezdi. Al karısı, o ailenin işini yapmaya başladı.  Çok güzel, hızlı iş yaptı. Evin bereketi gün geçtikçe arttı. Bir gün ev sahipleri ile ekmek yapmaya başlayan al karısı, su getirmek için kuyu başına gitti. Orada oynayan çocuklardan birine göğsündeki iğneyi çıkarması için yalvardı. Çocuk iğneyi çıkarınca, kadın hizmet ettiği eve doğru, "Evinizde hiç su bulunmasın, paranızın sayısını hiç bilmeyesiniz ve yaz -kış evinizden odun eksik olsun." dedi, sonra da çocuklara, suya atlayacağını eğer suyun üzeri kan olursa yakınlarının kendisini öldürmüş olabileceğini söyledi. Al karısı suya atlayınca, suyun üzeri kanla doldu. O günden sonra da bu ailenin evinde hiç su bulunmadı, paralarının sayısını bir türlü öğrenemediler ve yaz-kış odunları hep eksik oldu. Köylüler daha sonra bu al karısının kanlı cesedini, gölde buldular fakat başka bir kabile bu işten hiç hoşnut olmadı, alkarısının evlendiği cinin taifesiydi bu, oldukça da güçlülerdi,  bir süre sonra hem ailenin hem de o peri taifesinin peşini bırakmadılar.



     İşte böyle Kerem, o uğursuz günlerden sonra seni yanıma alarak büyüttüm, bu yaşa getirdim, ilmimi öğrettim. Annen, baban çok iyi insanlardı, onları kaybettik ne yazık ki Allah iyi kullarını yanına alırmış erkenden, engellemeye çalıştım ama o zamanlar ne ilmim ne gücüm buna müsaade etmedi. Baban yakın arkadaşımdı, bu işe bulaşmanı istemiyorum, ilmini sadece kendini ve insanları korumak için kullanacaksın, bana söz vermştin, hatırlamıyor musun? Sözünü tut Kerem eğer bu daveti yaparsan o taife ailenin canını aldığı gibi senin de peşini bırakmayacak ta ki öldürene dek. Onların kanından olduğun için işaretlisin lahut aleminde, seni tuzağa düşürebilirler.

-Bunları bana niçin daha evvel anlatmadınız? Bilmem gerekenleri henüz öğrendim.

-Süren dolmadan anlatsaydım yerinde durmayacaktın ki başına bela açardın, annen ile baban emin ol bunu hiç istemezlerdi, onların emanetine hıyanet edemezdim, anladın mı beni? Sen benim korumam altındasın yaşadığım sürece. Zarara uğramanı istemem.


   İkisi de derin bir suskunluğa gömüldüler. Kerem, kumral saçlı başını iki elinin arasına almış, uzun parmaklarıyla durmadan kafasına vuruyordu. Sukuneti bozan yine İzzeddin Cinni Efendi oldu.

-Kerem! Oğlum! Bana kızma, kırılma şimdi birbirimize düşman olma vakti değil daha da kenetlenme vaktidir. Karşına her an çıkabilirler etrafındaki insanlara dikkat et hatta gecenin koyu karanlığında arkanda sessizce yürüyen kediye bile... Ola ki senden o malum kitabı isteyecek olursam sakın inanma, verme. Emin ol, o ben değilimdir. Benim gitme vaktim yaklaşıyor. Hissediyorum. Yardıma ihtiyacın olursa eğer o kitabın 977. sayfasına bak, orada aradığını bulacaksın.

YAKAZAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin