Kız bilmeyerek Allah belasini versin bu günün demişti. Haksız değildi. Allah belki de o günün belasını vermişti. Doğum günlerim arkadaşlarıma nazaran kutlanmıyor sayılırdı. Hayatta hep eksik hissederdim. Hiç fazla olmayı istemedim ama neden eksiktim? Beni kim yarım bırakmıştı? Bidaha tamamlanabilir miydim? Yada bunu neden yapmıştı bana? Şimdi uçamayan bir kelebek gibi son konduğum çiçekte kala kalmıştım. Bir daha asla kanatlarım olmayacaktı ama belki biri beni avuçlarinda istediğim her yere götürebilirdi. Gün batımı, tütün dumanı karşımızda duran eski ahşap evin 10 yıl evvelindeki kahveden bir çift göz. Bazı anlar yıllara sığmıyor ve hayat bana adil davranmadigi gibi onada adaletini tecelli ettirmiyordu. İnsanlar hayat ve en çokta biz tuhaftık. Mesela o tüm adaletsizlikleri ortadan kaldırmak için değil işleyeceği cinayetlere prova olsun diye savcı olmak istiyordu. Ben ise çoktan hayat meşgalesine boğulmuştum. Gözüm kapalı iken onu gökyüzüne tüm detaylarıyla çizebilirim. İlk aşkım olmasını istemezdim çünkü onun gibi o an ne yapacağını yillar öncesinden düşünmüş birinin karşısına aptal aşık olarak çıkmak büyük aptallık olurdu. Oysa o aptal aşık olmayı bunca zorlu yolu yaralar alarak hatta birkaç
parçasını o yolda feda ederek bu kadar karmaşık olmaya tercih eder gibiydi. Ve gün battı. Güneş bir gün daha eksilerek daha güçsüz olmuştu. Asıl güçsüzlüğün onun doğuşunu beklenyerde olduğunu bilerek...