Kaldırdım başımı baktım, sayılar Kaf dağı rakımlarında. Bir popülarite kokuyor ki sorma. Sızladı gönlümün orta direği. Pek postmodern ve köylü kalmışım şehrin mahalle abisi kıvamı göbeğinde. Anonslar yaptırıyorum şehrin yüksek tepelerinde. Yok mu yaşı on sekiz civarı, kafası ve yüreği büsbütün doksanlarda, benim gibi bir tane? Uzay çağının başlarında, dedem yaşında bir amerikan arabasında cızırtılı ve dumanlı bir radyo şarkısı yok mu? Vallahi yok. Şehir bütün yoksulluğu ve soğukluğuyla hücum ediyor duyu organlarıma. Saçları ufka uzanan ve bilerek toplanmamış, çay bardağına ilham verecek kadar ince belli ve kırılmak arefesinde, yıldızlardan dilek tumaya hazırlanmış ve hor görülmüş bir köylü fistanı giymiş. Oysa bizim buralarda hiç yıldız yoktur onun gözlerinden başka. Saçlarını savuracak bir rüzgar esmez hiç bu memlekette. Mecbur olmayanlar dışında kimse takım elbise giymez mesela. Yalnız kendileri anlar konuştuklarını. Söz etmez biri bir başkasına. Ay dolar bazen geceye, bitmez karanlık ve sanki hiç doğmaz gibi gelir güneş. Zaten güneş yalnızca mutlu ve hala yaşayabilen insanlar için doğar. Yani benlik bir durum söz konusu değildir genelde. Gün doğar saçlarının ardından şehrin. O zaman bir esmerin nasıl sarışın olduğunu görün siz. Biz mi? Biz çok defalar gördük bu manzarayı ama kesinlikle bıkmadık. Biraz yoruldu gönlümüz sadece...