Hava eksi değerlerde ama dondurmayacak kadar iyiydi. Demirler her zaman ki gibi soğuk ve sertti. Rüzgar sonbahar bayrağını çeken ağaç dallarına bir kış sonu türküsü tutturmuştu. Kuşlar hayat her zaman güzelmiş gibi cıvıldıyor ama esen acı bir rüzgar bu en bahtiyar melodiyi bile taze ölüye veda eden ağıtlara çeviriyordu. İçerisi karanlık ve yüksek tavanlı, dağınık dükkanın içinde, bir adam belirdi. Orta yaşlarda, kafasında pis beresi, yarım ağızla tuttuğu ikinci sınıf cigarası ve dükkana kamufle olacak kadar işiyle bütünleşmiş elbiseleriyle, gökyüzüne bakıyordu. Lacivert takım elbisesi ve tıraşlı yüzüyle emir vermeye hazırlanan diğer adam patron olmalıydı. Müşterisinin seçip ayırdığı hurda iskeleyi işaret ederek arabaya yüklemesini söyledi. Sesindeki bu üstünlük tavrı ona düşman olmam için yeterliydi. Demirlere yaklaştı ve sigarasını tazeledi. Dünyadan bihaber çırak iskeleyi yüklemeye başlamıştı bile. "Sen yazı yazabiliyor musun Okan?" diye sordu. Şaşkınlığı işine engel olmayacak şekilde döndü ve tabiki yazıyorum gibisinden başını salladı. Öyle değil be olum, kitap gibi yani, dedi. Cevabı beklemeden devam etti. Ben yazıyordum mesela dedi. Yazmak herkese nasip olacak dert değil. Yazmak için sevmek lazım. Sen hiç sevdiğine hemen kavuşup mutlu mesut insanları anlatan bir kitap okudun mu? Okuyamazsın. Sen seveceksin, başka biri gelip onu alacak evlenecek, sevişecek, sende oturup günlerce ağlayarak yazacaksın. Ben yazıyordum mesela, dedi. Yüzünün aldığı şekil ve çizgileri onun gerçekten sevmiş bir adam olduğuna inanmam için yeterliydi. Beyaza çalan kır sakalı çatlamış dudaklarını neredeyse kapatacaktı. Benim Rabia vardı, biliyon, dedi. Bende yazıyordum, ona. Sonra bıraktım yazmayı. Hiç okunmayacak bir kitabı yazmak saçma geldi bir zaman, bende vazgeçtim. Nasılsa kimse anlamayacaktı yazdıklarımı. Okunmasının ne anlamı vardı ki? Yazmak için sevmek ve kavuşamamak lazım dedi. Geçen gün yine gördüm. Yanında kocası, kucağında bebesi. Bi garip oldum. Yazmak için sevmek, kavuşamamak ve çok sigara lazım dedi. İşi bitince dükkanın kapısına oturdu ve sırtını rengi anlaşılamayacak kadar kirli duvara yasladı. Yazmamak lazım dedi. Yazılacaksa yalnız şu yazılsın kitaplara "Aşk yüz yirmi kilogram ağırlığında pehlivan gibi koskocaman bir adamın serçe kadar bir kadının gözleri önünde diz çökmesidir ve bunu hiçbir bilim açıklayamaz." Bir sigara daha yaktı rüzgara inat. Bakır rengine dönen dağların arkasındaki bulutlara baktı. "Artık yazmamak lazım." dedi...