Bay Porta'nın her şeyden haberi vardı. York'un bizim özel durumumuzdan haberdar olduğunu biliyor, ondan kurtulmamı istiyordu.
Yolda ezdiği her karınca için gözyaşı döken, hassas, çocukluk arkadaşımdan nasıl kurtulurdum ki?
Zaten yaz sonunda Teksas'a gidecekti. Ancak Porta acele etmemi istiyordu. Onu bir an önce göndermeliymişim.
"Saçmalık!" diye bağırdı Joyce. Ava'yla birlikte kaldığı evdeydik.
Elindeki bira şişesini masaya sertçe koydu, "York durumu bilmesine rağmen hiçbir zaman sorun çıkarmadı."
Ava içine çektiği sigara dumanını yüzüme üfleyerek konuştu,
"Onun hangi gerekçeyle gitmesini istiyorlar?"
Tam olarak bende emin değildim. Porta'nın hiçbir gerekçesi yeterli gelmemişti.
"Sırrı yeterince saklayamayacağını, üstelik bu sırrın onu tehlikeye sokacağını düşünüyorlar."
Ava biraz düşündükten sonra konuştu,
"Aslında haklılar."
Joyce sinirle konuşmaya kalktı ancak fırsat vermedi, "Bekle, Joyce. Yani bir düşünün; hayatı gerçekten bizim yüzümüzden tehlikeye girebilir. Sırrımızı açıklaması için tehdit edilebilir, hatta işkenceye maruz kalabilir."
Boş bulunup sinirli bir şekilde güldüm,
"Tanrı aşkına Ava, önemli biriymişiz gibi konuşuyorsun. Kimsenin bizi umursadığını sanmıyorum. Durumumuz yüzünden York tehlikeye girmeyecektir."
"Peki ya Porta?" Ava ondan korkuyor muydu?
Joyce hırsla bağırdı,
"O lanet egoist canavarın canı cehenneme!"
"Adamla sorununuz ne? Bize destek olmak istiyor." Ava sinirle aynanın karşısına geçti, "Muhteşem görünüyorum." demeyi ihmal etmedi.Tartışmalarımız sürüp duruyordu. Elbette York gitmeyecekti. Buna izin vermeyecektim. Joyce benim gibi düşünüyordu ancak Ava ikimizi de şaşırtmıştı. Porta'nın haklı olduğunu söylüyor ve York'la konuşmak istiyordu.
Joyce ve ben, buna asla izin vermeyecektik. Hayatımdaki tek 'gerçekten normal' insanı kaybetmeyecektim."Willa?"
Antika dükkanında, sokağın en işlek tarafını gören pencerenin önüne oturmuş, kahve içiyordum. Büyükannem seslenene kadar kendimi küçük ve sakin dünyama kapatmıştım.
"Efendim büyükanne?" Sokaktan gözlerimi ayırıp, hafif tombul kadına baktım.
"Dalgın gözüküyorsun. Anlatmak istediğin bir şeyler var mı?"
Bu sorunun taşıdığı gerçek anlamı iyi biliyordum.
'Başına dert açma Willa Blade! Seninle uğraşmak istemiyorum.'
"Hayır," dedim sonunda. "Antika dükkanı beni yoruyor. Üstelik yaz bitmeden kızlarla San Fransisco'ya gitmeyi planlıyorduk. Ancak gerçekleşmeyecek sanırım."
Büyükanne başını olumsuz bir şekilde salladı,
"Olamaz. Sen gidersen dükkânla kim ilgilenecek?"
Bilmem, büyükanne. Belki kendini burjuvazinin nahoş bataklığından çıkartıp, kocanın sana emanet ettiği dükkânla ilgilenmek istersin.
Büyükbaba Lee, eşinin böyle davranacağını tahmin edebilir miydi?
"Evet, buranın boşta kalmasını istemem." dedim bezgin bir tavırla. Uzun bir sessizlikten sonra karşıma geçip, beni inceledi.
"Biliyor musun, ne yapmalıyız." Elini heyecanla havaya kaldırdı. "Neden cuma gecesi arkadaşlarını eve davet etmiyorsun? Sizin için yemek yaparım. Sana küçükken yaptıgım mini pizzaları hatırlıyor musun? Belki de köfte ya da lazanya? Ah, sen lazanyaya bayılırsın."
Elimde olmadan gülümsedim. Anne ve babamın ölümünden beni sorumlu tuttuğu kesindi ancak yine de büyükbaba Lee'nin ölümünden önce iyi anlaşıyor sayılırdık. Söyledikleri o günleri hatırlatıyordu.
"Bu harika bir fikir büyükanne. Teşekkürler."
Omuz silkti,
"Yorulduğunun farkındayım."
Eline çantasını alıp, nereye gittiğini söylemeden çekip gitti. Her zamanki gibi...
O çıkar çıkmaz zil çaldı ve kapıdan içeri York girdi. Yüzünde anlayamadığım sıkıntılı bir ifade vardı. Ayağa kalkıp yanına gittim, "Selam." dedim hafifçe sarılırken. "Sorun ne?"
Gülümsemeye çalıştı, zorla yaptığı çok belliydi,
"Sorun yok. Yorgunum." Tezgahın üstüne oturdu, "Nasıl gidiyor?"
"Oldukça sıkıcı. İşler durgun, hava çok sıcak ve..."
"Ve garip bir adam peşinde dolanıyor." diye tamamladı York. "Neydi adı? Ah evet, Abel Porta. Bir de kadın var."
Başımla onayladım. Gözlerim istemeden duvarda asılı yeşil taşlı kolyeye takıldı. York baktığım yöne doğru çevirdi bakışlarını,
"Yeşil tılsım. Başına açılan belanın baş rolü. Onu neden boynuna takmıyorsun? Sanırım bunu hakediyor."
Tezgahın arkasına geçip, kolyeyi asılı olduğu çividen çıkartıp, elime aldım.
"Başıma gelenin bir bela olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordum. Onların yanında rahat hissetmiyordum evet, ancak bela getirdiklerini düşünmüyordum. En azından şimdilik...
"Onları tanımıyorum ancak kesinlikle tehlikeliler."
Kolyeyi boynuma taktım. Güzel ve zarif duruyordu. Belki de Ava'nın takması daha uygun olur.
Uzun süre sessiz kaldık ve York yüzünü asmaya devam etti. Ağır havayı dağıtmak için konuştum,
"Cuma gecesi bize gelir misin?" Nedenini sorarcasına yüzüme baktı, "Büyükannem yemek yapacak."
Güldü,
"Zengin Briç Partisi Takım'ı da gelecek mi?"
"Hayır," dedim gülüşüne eşlik ederken. "Oldukça fakir olacağız."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Service
Teen FictionWilla Blade'in bir özelliği var. Gözleri... Görmemesi gereken şeyleri gören kapkara iblis gözleri. Willa Blade bir anahtar ancak doğru kapıları açıp Şeytan'a güzel bir servis yapabilecek mi? Üç 'sıradan' kızın cupcake tadındaki ıslak ve yoğun hayatl...