1.Willa Blade

179 5 0
                                    

Peekshore şehri Haziran ayının olağanüstü sıcaklarından birini yaşıyordu. Güneş batmak üzere olduğu halde yakıcılığını hala tenimde hissedebiliyordum. Denize girmek için ayağa kalktım.
Joyce bağırıyordu,
"Willa! Tanrı aşkına, saatlerdir kumsalda oturuyorsun. Buraya gel."

"Geliyorum!"
Serin suyu düşünerek ürperdim. Neredeyse günler önce deniz sezonu açılmış, insanlar suyun dışında duramıyordu. Ancak ben tenimin aksine ruhumun üşüdüğüne yemin edebilirdim. Daha fazla sıcağa hayır demezdim.
"Şuraya bak," dedi Ava sahilden ayrılan turist kabilesini gösterirken. "Her geçen yıl daha fazla turist geliyor. Hatırlıyor musun Willa, bir zamanlar bu sahilde sadece birkaç kişi olurdu."

Joyce etrafına bakındı,
"Şimdi inanılmaz geliyor."
Peekshore doğduğum o sessiz küçük şehir değildi artık. Hükümet şehre yeni yapılar, yeni etkinlikler getirdikçe Peekshore'da turist avına çıkmıştı. Yazları şehirde olmak tam bir işkenceydi. Her yer kalabalıktı, dükkanlar, sahiller...
Güneş tam olarak battığında kızlardan uzaklaşmam gerektiğini hissettim. Beni korkutuyorlardı ve ben hayatımın çoğunu korkarak geçirmiştim.

Gözlerim...
Onlar hayattan nefret etmemin nedeniydiler.
1995 yılında Peekshore'da doğdum. Annemi beni doğurduğu gün, babamı ise işten çıkıp doğuma yetişmeye çalışırken kaybetmiştim. Aileye bir kazandırırken iki kişinin kaybına neden olmuştum. Gözlerini açtığımda ilk gördüğüm yüz Büyükbaba Lee'nin yüzüydü.
Ancak onunla geçirdiğim zaman da kısa sürdü.

Antika dükkanında birini öldürmekle suçlanıp, hapse girdiğinde 13 yaşındaydım.

Hayattan nefret etmeye başladığım gün Büyükbaba'nın mahkemeye çıktığı gündü. Adamı görmüştüm, en arka sırada oturmuş mahkemeyi izliyor ve gülümsüyordu. Görünüşü sıradandı, hatta fazla sıradan. Ama onu mahkeme salonunda oturan herkesten farklı kılan bir şey vardı.

Omzunu tutan siyah, uzun ve kirli tırnaklı iki el...

Ellerin sahibi gittikçe silikleşiyor yüzü ise gözükmüyordu. O görüntüyü senelerce unutamadım. Yıllar sonra Büyükanne'ye anlattığımda o adamı gördüğünü ancak o elleri görmediğini söyledi. Ona göre korkunç şeyler yaşayan ve psikolojik sorunlu bir çocuktum ve elbette bana inanmayacaktı.
Lisenin ilk yılında Avalinn Grand'i gördüm. Güzel sarı saçları ve açık renk mavi gözleri vardı. Bir de alevler içindeki vücudu. Onu ilk gördüğümde koşup okulun yangın alarmını çalıştırmıştım, gerçekten yanıyordu. Hayır, söz konusu seksi olması falan değildi.
Vücudunu sadece benim görebildiğim alevler sarıyordu.

Lisenin üçüncü yılına kadar ondan kaçtım ancak farkıma varmıştı. Ondan kaçtığımı biliyordu ve benimle konuşmaya çabalıyordu. Sonunda onunla konuşmaya karar verdim. Ona ateşle ilgili bir problemi olup olmadığını sordum. Ateşten ölesiye korkuyordu. Küçükken tüm ailesinin ölümüne neden olan bir yangından sağ çıkan tek kişiydi ve anlattığına göre o yangından çıkmak imkansızdı. O ise yavaşça yürüyüp çıkmıştı. Ava'ya gördüklerimi anlattım, alevleri.

İkimiz de şaşkındık. O bir şekilde alevlere dayanıklıydı ve ben bunu farkeden ilk ve tek kişiydim.
Üniversitenin ilk yılında Joyce Cooper'ı tanıdım. Çok güzel bir kızdı ve hemen hemen her konuda yetenekliydi ancak onunda bir problemi vardı.
Etrafında sadece benim görebildiğim kargalar uçuşuyordu. Joyce kargalarla iletişim kurabiliyor, hatta onlara istediğini yaptırabiliyordu. Ava ve Joyce diğerlerinden farklıydı, olağanüstüydü.
Ben mi?
Diğerlerinin güçlerini keşfettikçe kararan gözlerim vardı ve aynaya bakmaktan nefret ediyordum.

Umarım beğenirsiniz.
Resim; weheartit

The ServiceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin