9.Foster Melburn

55 2 0
                                    

Gözlerimi açtığımda onun evinde, onun yatağındaydım. Ah, Foster... Hala hatırladığım gibiydi. Hızlı, kuvvetli ve yorucu. Onun altında olmak zordu ancak devamını getirmek istiyordunuz.
Tanrım Willa! Onu övmeyi bırak, daha iyilerini bulabilirsin. Foster benim birlikte olduğum ilk ve tek adamdı, ayrılığımızdan sonra biriyle aynı yatakta olma düşüncesi aklımın ucundan bile geçmemişti. Her zamanki gibi yanımda değildi, birlikte olur ve sabah çıkıp bir yerlere giderdi. Kendi evinde olsa bile... İki yıl boyunca uyandığım yalnız sabahları düşünüyorum da... Bunu yapmam bir hataydı. Yatakta biraz doğrulup, komidinin üstünden telefona uzandım.
Kahretsin! Ava gece boyunca beni arayıp durmuştu. Daha fazla merakta bırakmamak için geri aradım.
Çığlık atarcasına açtı telefonu,
"Willa! Yüce İsa, neredesin?"

"Sakin ol Ava, ben..." Pekala, bunu söylemek gerçekten garipti. "Ben, Foster Melburn'ün evindeyim."

Sıkıntılı bir kahkaha attı,
"Ne tür bir şaka bu?"
Evet, kulağa komik geldiğini biliyordum. Hatta çaresiz... Onunla birlikte olmamalıydım. Herifi gördüğüm anda kendimi kollarına atmıştım.
"Ava, her şeyi gelince anlatırım. Evde misiniz?"
"Evet. Acele et." Telefonu kapatınca tekrar yatağa uzandım. Ailesi evde olamazdı, yoksa beni buraya getiremezdi. Eve nasıl girdiğimizi, ne zaman yatağa geçtiğimizi hatırlamıyordum. Sanırım düşündüğümden daha fazla içmiştim.

İç çamaşırımı ve lanetli mezuniyet elbisemi giymek için ayaklandım. Başım ağrıyordu ve kendimi berbat hissediyordum. Foster geri gelmeden bir an önce buradan çıkıp gitmeliydim. Onunla gereksiz konuşmaların içine girmek istemiyordum. Topuklu ayakkabıları elime alıp liseden beri değişmemiş, beyaz rengin ağırlıklı olduğu odadan yavaşça çıktım. Foster'da benim gibi mobilyalarda beyaz kullanımını seviyordu. Ruhumun ve gözlerimin karanlığı beni beyazlığa itmişti. Odamın her yeri beyazdı ve bu biraz olsun ferahlamamı sağlıyordu. Gözlerimin gerçek rengini neredeyse unutmuştum. Çok nadir eski renklerinle görürdüm ancak şu aralar yeterince karanlıklardı.

Foster'ın odası alt kattaydı. Gıcırdayan merdivenlerden inmeme gerek kalmadığı için derin bir nefes verdim. Evde kimse olmadığını bilsem bile riske girmedim ve ayak uçlarımda dış kapıdan çıktım. Melburn ailesinin evi Çin mahallesiyle şehir merkezinin bağlandığı bölgedeydi, buradan direkt dükkana geçebilirdim ancak büyükannem büyük bir ihtimalle neden geç geldiğimi sorgulayacaktı. Onun için Mitzi'nin evinde yapılan film gecesinin bir önemi yoktu. Sabah doğruca dükkana gelmeliydim. Ava ve Joyce'un birlikte yaşadığı eve gitmem gerekiyordu. Ayakkabılarımı giyip, yoldan bir taksi çevirdim.

"Demek yazı ailesiyle geçirmek için dönmüş." dedi Ava, masaya kahve fincanını koyarken. Elimdeki çörekten bir ısırık alıp, kahveyi yudumladım.
"Evet," dedim. "Onu öylece kulübün çıkısında görünce çok şaşırdım. Gerçi orada ne yaptığını bilmiyorum."
"Bizi tanıştıracak mısın?" dedi Joyce, Foster'ı ve ayrılığımızı anlatınca meraklanmıştı.
Başımı olumsuz anlamda salladım,
"Buna gerek yok. Foster Melburn benim arkadaşım bile değil."

Joyce yüzünü buruşturdu,
"Arkadaşın olduğuna bahse girerim. Bu sabah yatağından çıkıp geldiğine göre fazlası..." Yüzümdeki rahatsız ifadeyi görmesine rağmen devam etti, "Anlattıklarına göre iyi birine benziyor. Onunla tekrar birlikte olacak mısın?"

Elbette olmayacaktım. Bana hayatımdaki en büyük hayal kırıklıklarından birini yaşatmıştı. Ava neredeyse aklımı okumuşçasına serzenişte bulundu,
"Willa Blade, artık on yedi yaşında değilsin. Kendine gel. Elbette üniversiteye geçince ayrılacaktınız, bunun için o yakışıklıyı suçlayamazsın."
Haklıydı ancak onu gördüğümden beri terkedilmişlik hissi tekrar içime dolmuştu. Foster'ın hayalleri vardı ve önüne taş koyamazdım. Yapması gerekeni yapmıştı, kırılmış ve parçalanmış olsam bile...
Daha fazla Foster Melburn hakkında konuşmak istemiyordum. Alelacele sordum,
"Siz ne yaptınız peki?" Cinayet kutlamasında... "Parti ne zaman bitti?"
Ava heyecanla gülümserken, Joyce'un yüzü düştü. Gözlerine bakmaya çalıştım ancak kafasını yere eğmişti.
"Ah, harikaydı." diye şakıdı Ava. "Kulüpten sonra hep birlikte sahile gittik. Rurik Hallman'ın şarkı söyleyebildiğini biliyor muydun? Sesi muhteşem!"
Ava'nın Rurik'e övgüler düzmesi şaşırtıcıydı. Onu ilk gördüğünden beri 'görgüsüz bir pislik' olduğunu düşünüyordu. Doğru düzgün konuşmamışlardı bile.
"Eğlenebildiğine sevindim." dedim çöreği bitirirken. Gözlerim tekrar Joyce'un üzerindeydi. Hala tedirgin ve suratsızdı. Ava dün geceden kalma bir şarkı mırıldanırken, kahve fincanını alıp mutfağa geçti. Kalkıp, Joyce'un yanına oturdum.
Sorgulayan bakışlarımı üzerine diktiğimde daha fazla sessiz kalamadı.

The ServiceHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin