16.Bölüm/Siyah

281 25 1
                                    

Bir çoğunuzun sona yazsam bu duyuruyu okumayacağını bildigimden başa yazıyorum. Her gün 3-4 saat ayırıp bölüm yazıyorum ve tek istedigim okuyanların beğenmesi. Bu kitabı ne can sıkıntısından ne de işsiz oldugumdan yazıyorum. Her harfi her kelimeyi belki bir gun kitap olur umuduyla yazıyorum. Lütfen, bunu vote vermeyerek mahfettiginizi bilerek okuyun.

Siyahın asaleti hiç bir kiri göstermemesinden gelir. Çünkü, kirleneceği kadar kirlenmiştir. Ve mutlaka her siyah, siyah olmadan önce beyazdır. Beyaz rengi sevenleri bu yüzden hiç bir zaman samimi bulmadım. Biraz kirlense hemen dışlanır, kaderi budur. Tıpkı çevremizdeki insanlar gibi. Sizden daha fazla yararlanamadıklarında değer kaybedersiniz. Dünün dostu, bugünün düşmanı kesilir. Onlar için kendimizi neden üzelim? Bırakın, bırakın ne istiyorlarsa yapsınlar, neye inanmak istiyorlarsa inansınlar. Siz gündüz bahçenize umut tohumları, gece gökyüzüne hayal elmasları bırakın. Günün birinde tohum büyüyecek ve meyvesini alacaksınız. Ve yine günün sonunda mutsuzken, kafanızı kaldırıp gökyüzüne baktığınızda size göz kırpan milyonlarca elmas göreceksiniz. Kaderinizin efendisi sizsiniz. Onu, bir başkasının eline bırakmayın. Eğer bırakırsanız, köprücük kemiğinde izi olmayan dudaklar, kültablasında unutulmuş bir sigara,
yıldızsız bir gökyüzü olacaksınız.

Arabaya binmek üzereyken Can'ın koşturarak geldiğini gördüm.
" Yaprak, one tripti öyle, ne yaptım ki?" Diye sordu Can nefes nefese.
" Bunu Özlem'le konuşsan daha iyi olur Can" dedim ve devam ettim
"Selin'in yanında ne işin vardı?" Kaşlarımı çatmış vereceği cevabı bekliyordum. Can binmek için kapısını açtığım arabayı fark edince Suratını buruşturup sürücü koltuğuna yani Çınar'a ve arka koltuktaki Özlem'e baktı.
" Selin'le bir işim yok. Sadece onu artık takmadığımı göstermek istedim" dedi. Özlem arabadan hızla inip
" Demek takmıyorsun, öyle mi?" Dedi sinirle ve freni boşa alıp konuşmaya devam etti.
" Bu okula başladığımız ilk günden beri senden hoşlanıyorum. Tam bir yıl nasıl söylesem diye savaş verdim. Tam söyleyeceğim an sen, o kıza ilan-ı aşk ettin. Kuyruğumu kıstırıp iki yıl geri çekildim. Artık biliyorsun ve ben bir cevap istiyorum. Benimle misin yoksa onunla mı?" dedi işaret parmağıyla, alaycı bakışlar atan Selin'i göstererek. Bu kız buraya hangi ara gelmişti. Özlem hangi ara böyle cesaretlenmişti.
" Eğer, bunu daha önce bilseydim Selin gibi birinin peşinden gitmezdim" dedi Can kendini dikleştirerek.
" Yani bu..?" Diye konuşmaya başlamıştı ki Özlem, Can lafını kesip cevap verdi.
" Seninleyim, sırıtkan." Bu lafı üzerine Özlem, Can'ın boynuna kollarını doladı. Gözlerinin içi parlıyor, ifadesiz yüzü sanki kahkaha atıyordu. Özlem yüzünü Can'ın boynuna gömerken Selin'e dönüp
" Gördüğün gibi, her zaman kalite kazanıyor" dedim alayla.
" Ne dedin sen?" Diyerek üstüme gelmeye başlayınca aşağıda kalmamak adına çantamı yere bırakıp saçlarını elime doladım. Boşta kalan elimle kolunu kıvırıp arkası bana dönük bir şekilde duvara yapıştırdım, acı dolu bir inlemeyle karşılık verdiğinde kulağına yaklaşıp konuşmaya başladım.
" Can benim en yakın arkadaşım ve artık Özlem de öyle. Eğer sevdiklerimi kıracak, incitecek bir şey yapmaya kalkarsan yemin ederim öyle şeyler yaparım ki seni doğurduğu için annene dahi küfredersin." Sertçe ellerimi çekip şaşkın gözlerle bakan Can, Özlem ve Çınar 3'lüsüne döndüm. Vay canına! Evet! İçime Çınar kaçtı!
"Gidelim" diyip arabaya bindim. Biricik arkadaşlarım da bindiğinde Çınar arabayı nihayet çalıştırabildi. Telefonumdan saati kontrol ettiğimde işe gitmek için 2 saatim olduğunu gördüm. Gövdemi arka tarafa çevirip Can'a
" Kitapçıda olmak için 2 saatimiz var" dedim. Kafasını sallayıp onayladıktan sonra önüme döndüm.

" Çınar, onlar yetişkin kedi" Zar zor da olsa Çınar'ı ikna edip kedi köpek beslemek için yollara çıkmıştık. Fakat, bu adam şuan yetişkin kedilere yavru kedi maması veriyordu.
" Yani?" Dedi Çınar umursamaz bir tavırla.
"Yani, eğer o kediye yavru maması verirsen hastalanabilir" dedim bilmiş bir şekilde.
" Alt tarafı kedi. Bunlar ayrım yapmaz Yaprak" dedi bıkkın bir ses tonuyla.
" Biz insanlar bir bebeğe kabuğuyla antep fıstığı veriyor muyuz? Hayır. Çünkü, yiyemez buda aynı. Dokunuyor onlara" dedim.Bu sırada Can, yetişkin ve yavru kedi mamalarını değistiriyordu ki lafa karıştı.
" Cırcır oluyorlar işte neyini anlamak istemiyorsun?" Dedi göz devirerek.
" O ne demek " diye sordu Çınar. Bu hali o kadar komikti ki. Özlem, gülmemek için dudaklarını ıssırarak cevap verdi.
" ishal demek." Çınar suratını buruşturup iğrenmiş gibi önündeki beyaz, mavi gözlü, dünyalar tatlısı kediye baktı. Küçük kedicik kafasını kaldırıp Çınar'ın bakışlarına karşılık verdi. Bir kaç saniye sonra tiz sesiyle miyavlamaya çalışarak Çınar'ın bacaklarına dolandı. Kuyruğunu kaldırmış bir şekilde sırnaşıyor, kafasını sürtüyordu. Farkında olmadan bu kareye gülümsedim.
" Yaprak, al şunu" dedi Çınar sesinden sinirlendiği belliydi. Bu kadar basit bir şeye sinirlenmiş olmasına şaşıyordum. Pes doğrusu! Bu nedir yahu! Kaldırıma oturup yavru kediyi kucağıma aldım. Bir yandanda söyleniyordum. Poşetten biraz mama alıp avucumda kediye uzattım. Çok acıktığı belliydi.
" Başka bir yer kaldı mı? Yarım saat sonra kitapçıda olmalıyız" dedi Can. Özlem boş bir kaba su koyarken yanıtladı.
" Hayır, bu sondu."
"Defolup gidelim şuradan" dedi Çınar ters ters. Arabaya doğru hareketlendiğimizde arkadan koştuğu belli olan bir pati ve havlama sesi duyduk. Can
" Bende nerede kaldı diyordum, biraz açılsanız iyi olur" dedi elini 'geriye çekilin' der gibi sallayarak. Arkamı dönmemle 'King' adını verdiğim golden cinsi ve bana aşık diyebileceğim köpek üstüme atladı. Popom yerle bulurken King üstüme çıkmıştı bile. Çınar'ın silahını çıkarttığını gördüm ve hararetle konuşmaya başladım.
" Sakın! Çınar sakın! Sadece oyun oynuyor" dedim. King bu sırada ağzındaki bütün salyaları suratıma akıtmakla meşguldü.
" Bu nasıl oyun! Saldırıyor sandım!" Dedi Çınar. Bir saniye için Can'ın göz devirdiğine ve Özlem'in dudaklarını dişleyip kahkasını bastırmaya çalıştığına şahit oldum. Omuz silkip King'in boynunu kaşımaya başladım. Bir kaç dakikalık sevgi gösterisinden sonra gitmemiz gerektiğini anlayıp ayağa kalktım. King'le vedalaşıp o mamasını yerken arabaya ilerledim. Sakin geçen yolculuktan sonra Çınar bizi kitapçının önüne bırakmış ve gitmişti. Özlem de vedalaşıp karşımızdaki çalıştığı cafeye ilerlerken suratımızdaki aptal sırıtışla Can'la kitapçıya giriş yaptık. Hızla önümüze çıkan Nesli hanım kolileri göstererek
" Çocuklar, bunların acilen dizilmesi gerek yeni kitaplarda geldi" dedi. O kadar neşeliydik ki itirazsız kitapları dizmeye başladık. Yarım saat sonra mizah bölümüne dizilecek kitapları alıp oraya ilerledim. Henüz bir kaç kitabı yerleştirmiştim ki arkamdan gelen ses ile olduğum yerde kala kaldım.
" Afedersiniz, bu kitabın ikincisi var mı?" Çağdaş! Hızla dönüp baktım. Çağdaş elindeki kitabı havaya kaldırmış, gülümsüyordu. Geniş gülümsememle karşılık verip hızla kollarımı boynuna doladım.
" İyisin?" Dedim hem sorar hem rahatlamış bir tonla.
" İyiyim" diye karşılık verdi kollarını belime dolayıp. Can elindeki kitaplarla gelirken bizi görmesi ile duraksadı. Kaşlarını çatıp
" Bunun burada ne işi var?" Dedi.
" Sana da merhaba Can" diye karşılık verince Çağdaş, gerginlik çıkacağını anlayıp araya girdim.
" Görmeye gelmiş." Can gözlerini devirip uzaklaşırken Çağdaş konuşmaya başladı.
" Anlaşılan herkez bu hikayedeki kötü karakter olduğumu düşünüyor."
" Saçmalama, yok öyle bir şey" diyerek karşılık verdim.
" Kahve ve sohbetimiz yarım kalmıştı" dedi Çağdaş konuyu değiştirerek. Duvardaki saati kontrol edip çıkışıma kaç saat kaldığına baktım.
" Çıkışıma bir kaç saat var, şuan gelemem" dedim.
" Öyleyse, seni akşam evden alırım" dedi cevap bekleyerek. Çınar olsaydı kolumdan tutup sürüklemeye başlamıştı. Bu düşünceyi dağıtmak amacıyla kafamı iki yana sallayıp
" Dokuzda buradan alabilirsin" dedim.
" Tamam" diyip yanağıma öpücük bıraktı ve gitti. Çınar bu duruma ne tepki verirdi, kestiremiyordum. Büyük ihtimalle Çağdaş'ı bu kez öldürür, benide üzerime beton döküp denize bırakırdı.
İşlerimi bitirip saat tam dokuzda Can'la çıktık. Çağdaş bir kaç metre ileride duvara yaslanmıştı. İçtiği sigarasını dudaklarından ayırıp döndü. Beni görünce sigarayı yere atıp yanıma geldi. O an Çınar'ın da sigara içip içmediğini merak ederken buldum kendimi. Özlem'in çıktığını gören Can, tam bir korumacı baba edasıyla bana dönüp
" Biber gazın çantanda, telefonunda açık olsun" Dedi ve Özlem'in yanına ilerlemeye başladı. Bana tatlı tatlı el sallayan Özlem'e gülümseyip karşılık verdim. Çağdaş'la aksi yöne dönüp ilerlemeye başladık. Caddenin sonlarındaki bir cafeye giriş yapıp orta masalardan birine kurulduk. O gün yani ormanda neler olduğunu merak ediyordum. Düşüncelerimi kelimelere döküp sordum.
" Ormanda neler oldu?" Çağdaş garsona kahve siparişi verdikten sonra cevap verdi.
" Sinir krizi geçirdim." Tanrım! Kaç gündür Çınar birşey yaptı düşüncesiyle içim içimi yiyordu. Tamam, Çağdaş'a bir şey oldu korkusuda vardı. Fakat, bunu Çınar'ın yaptığı düşüncesi elimi kolumu bağlıyordu. Rahatlamayla derin bir nefes verdim.
" Peki, bundan sonra ne olacak?" Diye sordum, kahvemden bir yudum aldıktan sonra.
" Bundan sonra bu herif senin etrafında dolaşmayacak! " duyduğum sesle seslice yutkundum. Çınar!
" Sen, sen nasıl?" Dediğim sırada lafımı kesip
" Ögrenemeyeceğimi mi sanmıştın! Yaprak, senin ne zaman burnunu sildiğini dahi biliyorum!" Dedi beni bir kez daha şok edip. Çağdaş'ı kolundan tutup kaldırdıktan sonra suratına attığı yumrukla bütün müdahale etme isteğim bir bina gibi çöktü. Olduğum yere sinerken rezil olmuşluğun verdiği utançla başımı eğdim. Kirpiklerimin arasında onlara bakarken Çağdaş yerden kalkıp Çınar'a bir yumrukla karşılık verdi. Çınar hırlar gibi bir ses çıkarıp ne olduğunu anlamadan Çağdaş'ı yere yatırıp ardı ardına yumruk atmaya başladı. Bir süre sonra Çağdaş'ın bayılmak üzere olduğunu gördüm. Çağdaş'ı dışarı adamlarının yanına fırlattıktan sonra masanın üzerindeki kahveleri bir hışımla yere savurup, oturdu. Garsona iki kahve siparişi verip,sinirden alnında damar atan ve kesinlikle şuan korkunç olduğunu düşündüğüm yüzünü bana çevirdi. Şuan birisi cesaret edip bu adamı cafeden atsa olmaz mıydı? Cesaretimin son kırıntılarını kullanıp
" Kahvenin yanında çikolata ikram edilir Çınar, acı değil" dedim. Ruhsuz bir ifadeyle suratıma bakıp
" Sen yanlış anlamışsın. Ben acının yanında kahve ikram etmiştim" dedi. Bu sözü Çınar'ın dalları altında dinlenemeyeceğimi farkettirdi. Çünkü, yüreğimin mevsimi sonbahara girmiş, Çınar'ın yaprakları dökülmüştü.

Patuli (Kahve Kokusu 1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin